Succession (Halefler) Dizisinin Sapkınlık Üzerine Metinler Aracılığıyla İncelemesi

Canan  Dikmen *

Succession, “Halefler”, dizisinin açılışı çarpıcı bir piyano melodisiyle başlar. Gördüğümüz ilk yüzler dört çocuğa, yani dizinin haleflerine ait yüzlerdir. Sonrasında ise büyük malikaneleri, Manhattan’daki gökdelenleri, ancak çok varlıklı bir aileye ait olabilecek kocaman bahçeleri ve en sonda da Wall Street tabelasını görürüz. Bu dört çocuğun anne ve babası da vardır. Ama sanki bilerek o yüzler saklanmıştır ve onları tam olarak göremeyiz. Açılış kısmında annenin kısa bir zaman için yüzü gözükür, ancak o da kocaman güneş gözlükleriyle ve bir şezlongda rahatsız oturuşuyla sanki canlı bir insandan çok o şezlonga oturtulmuş bir heykel gibidir. Babanın ise sadece kafasının arkasını görürüz. İzliyordur; bazı kısımlarda haleflerini, bazı kısımlarda iş hayatındaki sağ kollarını. Onun yüzü gözükmeyen ancak ürkütücü görüntüsü dizide yaratılmış kişiliğiyle de örtüşür. Bu baba kimdir? Çocuklarını bir satranç tahtasını yukarıdan izler gibi izleyen ve onları satranç taşları gibi oynatan, bazen de birbirine düşüren kalpsiz bir adam mı? Yoksa aslında çocuklarının iyiliğini düşünen ancak şefkat gösterme kapasitesi düşük, dolayısıyla onları yukarıdaki koltuğundan izleyen kaygılı bir baba mı? Bu yazının ilk kısmında, Succession dizisi üzerinden bir ailedeki çocukların benlik kapasitelerinin nasıl ketlenebileceğini ve anne-baba ve çocuklar arasında yaratılan aile dinamikleri ile sapkınlığın aile içinde nasıl bir istisnadan ziyade norma dönüşebileceğini inceleyeceğim. İkinci kısımda ise güç hiyerarşisi ve sapkınlığın Türkiye’nin 100. yılında ülkeyi nasıl etkileyebileceğini psikanalitik okumalar üzerinden anlamaya çalışacağım.

Succession ve Sapkınlık

Succession’ın bestecisi Nicholas Britell, dizinin açılış müziğini nasıl bestelediğini anlatırken 1700’lere ait ezgilerle, o ezgilerin akortlarına uymayan notaları dizideki ahenksizlik hissini aktarmak için kullandığını anlatır (Vanity Fair, 2019). Hakikaten de dizideki karakterlerin birbirleriyle ilişkilerinde en ön plana çıkan duygu uyumsuzluk ve ahenksizliktir. Bu uyumsuzluk milyarca dolarlık bir medya imparatorluğunun yönetimini üstlenmeye çalışan karakterler üzerinden bize aktarılır. İmparatorluğun kurucusu baba Logan Roy, dizinin açılış müziğindeki gibi eskiyi ve muhafazakarı temsil eden temel ezgidir. Ancak bu görünen köklülüğe tezat bir biçimde ciddi bir köksüzlük yatar: Logan Roy Amerika’ya İskoçya’dan fakir bir ailenin çocuğu olarak göç etmiştir. Memleketine döndüğünde yaşadığı sokağın önünden bile geçmek istemez. Öte yandan diğer dört ana karakter olan çocukları, Connor, Kendall, Shiv ve Roman’ı ise dizi boyunca savrulurken görürüz. Tıpkı Britell ’in araya sıkıştırdığı uyumsuz notalar gibi çocuklar bu dev imparatorluğun yükü ve sorumlulukları karşısında dış kapının mandalları gibidirler. Sanki baba Logan Roy ’un ciddiyeti ve yönetici dehasından nasiplerini almamışlardır. Onun halefleridirler ancak ne baba Roy ne de onun sağ kolları, dört halefi işi kendisinden sonra devralacak yeterlilikte görmez.

Cinsellik Üzerine Üç Deneme ’de Freud (1905), sapkınlığı çocukluğun çok şekilli olabilen cinsel aktivitelerine ve hazlarına saplanma olarak tanımlar. Freud (1905) bu makalede aynı zamanda sapkınlığı nevrotikliğin de tersi olarak betimler ve tüm nevrotiklerin aslında çocuksu dürtülerini bastırmış sapkınlar olduğunu söyler. Succession’ın ana karakterleri ve özellikle de Roy‘un üç çocuğu Kendall, Roman ve Shiv, Freud’un nevrotiğinden çok, sapkınına uygun birer tablo çizer. Kendall evlenip boşanmış ancak görünürde çok da cinsel hayatı olmayan bir kişidir. Bu yanıyla Kendall’ın cinsel hayatı yok gibidir; yani sanki Freud’un (1905) tarif ettiği çocukluğun cinsel hazzın olduğu ancak genital cinsel aktivitenin olmadığı aseksüel döneminde kalmış gibidir. Dizi finalinde, Roman Kendall’ın kısır veya iktidarsız olduğuna dair bir imada bulunur. Kendall’ın çocukları Roy soyunu devam ettirmeyeceklerdir çünkü ima edilene göre donörle dünyaya gelmiş çocuklardır. Kendall’ın cinselliğinin belirsiz durumu, dizi boyunca onun şirketin iktidarını ele geçirmekle ilgili planlarının kısırlığının da bir alt metni gibidir.

Öte yandan dizide Shiv ve Roman’ın sapkın eğilimleri ilişkileri üzerinden, Kendall’a göre daha açık bir biçimde işlenmiştir. Shiv, düğün gününde eşi Tom ile nikahları kıyıldıktan sonra ona açık bir ilişki istediğini belirtir. Zaten Shiv, Tom’u ilişkileri boyunca yakın bir iş arkadaşıyla aldatmıştır ve Tom’a evliliklerinin bu taleplerden ötürü gerildiği bir noktada “Seni sevmiyor olabilirim, ama seni seviyorum” gibi oldukça muğlak bir cümle sarfeder. Shiv, evliliğin yasalarını hem sözel hem de eylemsel olarak çiğnerken, Tom’un onun ailesinin zenginliğine ve statüsüne muhtaç olduğu varsayımıyla da rahat hareket ederek, onun üzerinde tam bir tahakküm kurar. De Masi (2012) sapkın hastaların bir benlik idealinden ziyade, kökenini anne-baba figürünün içselleştirilememesinden alan çarpık bir üstbenlik yapısından bahseder. Bu çarpık üstbenlikte bebeğin ilk dönemdeki yansıtmalarını kapsamayarak onu nefret, öldürücülük ve hiddet gibi dürtülerle yalnız bırakan anne temsilinin yerine bebeğin kendi tümgüçlü düşlemlerinden kaynağını alan bir idol hüküm sürer. İdol, yetişkin hayatında bağımlılık ve ihtiyaçlı olma halini tamamen reddeden ve kişinin kendi yasalarının yürürlükte olduğu patolojik bir yapıdır. “İnsan gerçekliği algısını saptırma pahasına kurtuluş vaat eden idol, ancak patolojik bir organizasyon olarak tanımlanabilecek bir şeye dönüşür” (De Masi, 2012). Shiv de Tom’u sevgisini ve sadakatine dair muğlak bir yerde bırakıp, evliliği daha düğünün ilk gününde tersine bir sözleşmeye çevirirken, adeta kendi çarpık gerçekliğini Tom’a zorla dayattığı ikinci bir nikah kıyıyordur.

Roy kardeşlerin ortancası olan Roman’ı birçok izleyici en küçük kardeş zanneder çünkü Roman aleni bir şekilde çocuksu cinselliğin tutsağında kalmış bir karakterdir. Freud’un (1905) Cinsellik Üzerine Üç Deneme’de tanımladığı  sapkın karaktere en açık biçimde Roman uyar. Genital organının fotoğraflarını çekip şirkette itibarlı bir konuma sahip olan orta yaş üstü Gerri’ye yollar. Ayrıca iş için gittikleri bir seyahatte Gerri kapının dışında cinsel içerikli konuşurken, Roman tuvalette mastürbasyon yapar. Freud normal cinselliği, çiftleşme esnasında kadın ve erkek cinsel organlarının birleşmesi olarak tanımlar. Sapkın ise çocukluğun çok çeşitli (polymorphous) cinsel hazlarına saplanmış, ancak dürtülerini genital cinselliğe yüceltememiş bir yetişkindir (Freud, 1905):

Sapkınlıklar, ya (a) anatomik anlamda vücudun cinsel birleşme için tasarlanmış bölgelerinin ötesine uzanan ya da (b) cinsel nesneyle normalde nihai cinsel amaca giden yolda hızla kat edilmesi gereken ara ilişkiler üzerinde oyalanan cinsel faaliyetlerdir. (s.150)

Freud (1905) skopofili (bir şeye bakarak cinsel haz alma), teşhircilik ve mastürbasyonu bebeklikte veya çocuklukta bireye haz veren ancak ergenlikte genital organların gelişimini tamamlaması ve işlevlerinin harekete geçmesiyle geride bırakılan cinsel eylemler olarak tanımlar. Roman açıkça cinsel ilişkiye giremediğini ve mastürbasyondan haz aldığını ifade eder. Ancak Roman’ın sapkın yapısını anlamaya çalışırken Freud’a ek olarak Janine Chasseguet-Smirgel (1978) ve Paul-Claude Racamier (2018) penceresinden de bakmalıyız. Roman daha önce evlenmiştir ancak eski eşi Grace Roy ile ilgili bir bilgi bize bölümlerde sunulmaz. Ondan ayrıldıktan sonra Tabitha adında bir kız arkadaşı olur. Tabitha Roman’la birlikte olmaktan keyif alır. İkisinin de yer yer muzip yer yer acımasız bir espri anlayışı vardır ve Tabitha ultra zenginlerle dirsek temasında bulunmaktan da hoşlanır, ama Roman ile aralarında cinsel ilişkinin yokluğunu ve bunun karşısındaki hüsranını Tabitha açıkça ifade eder. Tabitha, Roman’ın heteroseksüelliğinin kanıtı olarak yanında taşıdığı güzel ve süslü bir bebek gibidir.

Roman daha tutkulu bir ilişkiyi “annesi yaşında” olarak tanımlayabileceğimiz Gerri ile yaşar. Aralarındaki ilişki Gerri’nin, tecrübeli bir yönetici olarak Roman’a babasının gözüne girmesi ve şirketi ondan devralması için tavsiyeler vermesiyle başlar. Ancak, kısa sürede Gerri’nin de tam onay vermeden Roman’ın cinsel fantezilerine ortak olduğu, karmaşık ve inişli çıkışlı bir ilişki alevlenir.

Chasseguet-Smirgel (1973) sapkınlıkların temelinde anne ve çocuk arasında sıklıkla baştan çıkarıcı ve babadan gizli bir anlaşmanın olduğunu belirtir. Anne ve oğul ikilisinin arasında babanın araya giremediği kapalı devre bir ilişki yürütülür. Bu oğlan çocuğuna şu mesajı verir: “Senin babanın yerini alman gerekmez, o yer zaten senin.” (Chasseguet-Smirgel, 1973, s.242). Anne oğluna henüz olgunlaşmamış bir penisi olmadan onun babanın yerine geçebileceği mesajını vererek, Ödipal gelişiminin önünü keser. Oğlan çocuğu baba ile rekabete girmeden onun yerini alabildiği tümgüçlü bir düşleme tutunur. Ancak, görünürde bu erken gelen galibiyetin oğlan çocuğu için büyük bir bedeli vardır: Olgunlaşmış penis değersizleştirilir ve vajina, ancak olgunlaşmış bir penisle doldurulabileceği için, onun da varlığı inkâr edilir (Chasseguet-Smirgel, 1973).

Ogden (2023), erkek çocuğunun Ödipal dönemde anneyle arasına mesafe koyup, baba ile özdeşleşeceği geçiş sürecini, sadece sapkınlara özgü değil, daha evrensel bir çatışma olarak “Erkek Ödipus Karmaşası Eşiğinin Scylla ve Charybdis’i” başlığı altında tanımlar:

Homerosun Odysseiasında geçen bir hikâye olan Scylla ve Charybdis, bir boğazın iki yakasında yaşayan iki canavardır. Syclla bir kayalık üzerindeki altı başlı bir deniz canavarıyken, Charybdis diğer yakadaki girdaptır. Birinden kaçınmak diğerinin çok yakınından geçmek anlamına gelir. (Ogden 2023, s. 101)

Ogden’a (2023) göre hem kız hem erkek çocuğu Ödipal dönemde içsel ve dışsal anne-baba temsilleri arasında bir geçiş yapar ve bu geçişte, bu nesnelerin farklılıklarından ötürü ister istemez bir gerilim yaşanır. Bu da Ödipal döneme geçişin zorluğunu vurgular. Erkek çocuğu ise, içsel pre-ödipal kapsayan ve yutma ihtimali olan anne temsili ile (Charybdis), yine erkek çocuğuna bir penisinin olduğunu hatırlatacak ve kendisinden mesafe almasına izin verecek olan içsel anne temsili (Scylla) arasında bir gerilim yaşar. Bu geçiş süreci, dışsal baba ile özdeşleşerek ve onu içselleştirerek tamamlanır (Ogden, 2023).

Ancak, erkek çocuğunun bu geçişinin annenin kendi içsel anne ve baba Ödipal temsilleri üzerinden sağlandığını söyler. “Erkek çocuğun bir fallus edinmesi, paradoksal bir şekilde, bir kadın olan anneyle ilişkisi sayesinde olur (Ogden, 2023). Chasseguet-Smirgel ’in (1973) tarif ettiği şekilde anneyle erotikleşmiş bir ilişki, onun ilk sahne düşlemlerini gerçeklikten ayırt edemez hale gelmesine sebep olur. “Babası gibi” olmak yerine “babası” olmuştur (Ogden, 2023).

Roman, Gerri ile ilişkisinde Ogden’ın (2023) bahsettiği Scylla ve Charybdis arasındaki ateşte kalmış gibidir:

Roman: Oh ve çok hızlı bir şey daha. Acaba biz evlenmeli miyiz?

Gerri: Ne?

Roman: Biliyorsun işte, öyle değil. Onun gibi bir şey. Düşünce. Seni kaçırıp benimle yaşamaya zorlamam gibi.

Gerri: Bu aynı şey değil.

Roman: O zaman beni öldürürsün. Beni hadım ettin, biliyor musun? Bir şey. Şaka yapıyorum ama ne dediğimi biliyorsun. Sen beni ye. Ben seni yerim. Almanya’da yaptıkları gibi. Her neyse, düşünecek çok şey var. Anladım. O halde. Hoşçakal. (Mylod, 2019)

Bu kesitte Roman Gerri (anne) tarafından yutulan veya hadım edilen erkek çocuğu ile onu zapt eden ve kendi için alıkoyan erkek temsilleri arasında gidip gelmektedir. Aynı zamanda kendi ilkel yamyamca (cannibalistic) dürtülerinin (Freud, 1905) de ortaya çıktığını görürüz (Freud, 1905).  Racamier (2018) narsisist sapkının amacının “yırtıcılık” olduğunu söyler ve bir izleyiciye ve bir ava ihtiyaç duyduklarını belirtir. Bu durumda narsisist sapkınların bildiğimiz anlamda hakiki nesneleri yoktur. Onlar nesnelerine hükmedebildikleri sürece tahammül edebilirler (Racamier, 2018). Roman ve Gerri’nin ilişkisi de Gerri, Roman’a sevgilisi olduğunu ve artık onun genital fotoğraflarını yollayarak kendisini sıkıştırdığı sapkın ilişkisinin içinde olmak istemediğini belirttikçe çözülür. Roman, Gerri’ye gitgide ters davranır, sevgilisi ile ilişkisine dair Gerri’yi aşağılayan sorular sorar, ancak yine de son sezona kadar ilişkileri tamamen sarsılmaz. Son sezonda baba Roy, Roman’dan Gerri’nin işinin sonlandırılacağını söylemesini ister. Roman bunu oldukça zorlanarak abisi Connor’ın düğününde Gerri’ye iletmeye çalışır. Ancak ilişkileri tam anlamıyla baba Roy öldükten sonra darbe alır. Roman, kendisinin şirketle ilgili kararlarını sorgulayan Gerri’yi, daha önce onu babasının emriyle işten çıkarmakta zorlanırken, bu sefer oldukça usulsüz bir biçimde ayaküstü işten kovar. Gerri’nin gururu Roman’ın bu hareketinden ötürü o kadar kırılır ki, şirketten büyük bir tazminatla ayrılmanın planlarını yapar ve Roman’ı da kendisiyle muhatap olmaya devam ederse rezil edeceğine dair tehdit eder.

Roman’ın Gerri’ye karşı olan saldırganlığı, acaba babası öldükten sonra neden artmıştır? Belki bunu anlayabilmek için sapkın yapının özdeşleşim kurma biçimlerini incelemeliyiz. Sapkınlık üzerine çalışmış birçok analist sapkınların parçalı genital öncesi özdeşleşimler kurdukları konusunda hemfikirdir (Glover, 1938; McDougall, 1972; Chasseguet-Smirgel, 1973; Racamier, 2018; De Masi, 2012). Glover (1938), sapkınların erken döneme ait bir patoloji sergilemelerine rağmen, idealizasyon kabiliyetinden bahseder. Hatta birçok sapkının parça nesnelere aşırı yatırım yaparak, onları artık hakiki nesneler olmaktan uzaklaştırdıklarını ve birer soyut kavrama dönüştürdüğünün altını çizer. Chasseguet-Smirgel (1973), sapkın kişiliklerin babanın penisinin önemsizliğine dair yoğun bir inanca sahip olarak, cinsel içgüdülerini idealleştirdiklerini söyler. Ancak bir yandan da diğer erkeklerin genital nesneler olarak kadınlara yöneldiklerini şaşkınlıkla fark ettiklerinden de bahseden Chasseguet-Smirgel, sapkınların her şeye rağmen gerçeklik odaklı bir benlik ideali bulunduğunu vurgular. Bu benlik idealinin, analiz sırasında kahraman bir baba hikâyesi ile kurgulandığını söyler: Örneğin, “savaştan eve dönmüş veya ekonomik krizin kurbanı olmuş parlak fabrika yöneticisi baba” gibi (Chasseguet-Smirgel, 1973, s. 247). McDougall (1972) ise düşlemde böyle darbeye uğratılmış babanın aslında bir yandan da her daim iç dünyada canlı kılındığının altını çizer. Yani baba (ve de anne), manik bir savunma ile iç dünyada iğdiş eden (memeden kesen) kimliğinden defedilir ve kendisi yenilgiye uğratılan bir karakter olarak tekrar tekrar canlandırılır. Yani sapkınlıkta nesneye dair bir kaybın hissettirdiği acı ve takriben o kaybın yası tutulamaz. Racamier (2018), sapkının çatışmadan kaçınmasının bedelinin nesneden kendisini yoksun bırakma pahasına ödediğini söyler:

Bir erkek söz konusu olduğunda, Ben iğdiş edilmedim; ispatı benim herkesten daha büyük, yetenekli ve daha güçlü olmam,” kadında ise, Ben iğdiş edilmedim; ispatı bütün erkekleri iğdiş ediyorum, özellikle de sevdiklerimi.” (s. 267-268)

Racamier (2018), böyle bir tabloda sapkını eninde sonunda bekleyen şeyin narsisist depresyon olduğunun altını çizer: “[…] Artık eğer parçalayacak ya da saptıracak hiçbir şey yoksa sapkın benlik ve çekirdekten geriye ne kalır? Yanıt, açıkça olarak hiçbir şeydir (s. 282).”

Kendall, Roman ve Shiv’in babalarının ölümü karşısında ne hissedecekleri konusunda oldukça kafaları karışmıştır. Roman uzun bir süre babasının ölmediğine kendini inandırmaya çalışır. Önce uçaktan canlı olarak çıkacağının sonrasında ise tabutta bir anda canlanacağının düşlemini kurar. Kendall, babasına son sözlerini telefonla iletirken onu affedemeyeceğini söyler ama “Olsun, seni seviyorum.” der. Shiv diğer kardeşlere göre ölüm haberini biraz daha geç alır ancak o da başta bu habere inanamaz. Zaman ilerledikçe de üç kardeş baba Roy’un yasının tutmaktan ziyade aralarında kimin holdingin başına geçeceğine dair çekişmeye girerler. Sanki baba Roy aslında hakiki bir nesne olarak hiç var olmamıştır (dolayısıyla ölmemiştir de) ve bundan ötürü yası tutulamaz. Sadece onun gibi biri, ya da daha sapkınca bir yerden bu soruyu sorarsak, o öldükten sonra kim o olacaktır, bu en önemli sorudur.

Sapkınlığın bir boyutu da analistler tarafından kliniklerinde karşılaştıkları “-mış gibi” kişilikler veya sahtekârlar üzerinden incelenmiştir (Abraham,1935; Greenacre, 1958; Deutsch, 2011). Bu psikanalistlerin klinik örnekleri Freud’un sapkın tanımından ayrışır. Freud, sapkını cinsellik üzerinden sapan bir karakter patolojisi olarak incelerken, “-mış gibi kişilikler özdeşleşim sorunu yaşayan patolojiler olarak incelenmiştir. Öyle ki, Deutsch’un (2011)  makalesindeki klinik örnek, Successiondaki kardeşlerle büyük benzerlik gösterir: Çok zengin ve kendi kendine bir yerlere gelmiş Amerikalı bir iş adamının 14 yaşındaki en küçük oğlu Jimmy, çocuk suçlu olarak Deutsch’a yönlendirilir. Jimmy’nin babası 3 yaşına kadar Jimmy ile neredeyse hiç ilgilenmemiş, annesi ise en küçük oğlunun üstüne titremiştir. Bu dönemde Jimmy, diğer kardeşlerin maruz kaldığı ve bundan ötürü baba ile sık sık çatıştığı baba zulmünden muaf olur. Üç yaşını doldurduktan sonra ise baba Jimmy’yi kendi halefi olarak yetiştirmek için elinden geleni yapar. Baba, Jimmy yedi yaşındayken hastalanır; on iki yaşına geldiğinden ise ölür. Jimmy babasının ölümü karşısında hiçbir üzüntü emaresi göstermez. Bir süre sonra ise onu çocuk suçlu olarak mahkûm edecek asosyal davranışlarda bulunmaya başlar (Deutsch, 2011).

Deutsch’un (2011) bu klinik vinyetini kısaca aktarmak istedim, çünkü Jimmy de tıpkı Succession’daki kardeşler gibi güçlü ve otoriter bir baba ile tamamlanamamış bir özdeşleşim ve sonrasında onun babanın yerini almasıyla ilgili bir beklenti ile büyümüştür. Jimmy’nin baba kaybı çok daha erkendir. Bu da onun cezaevine kadar sürükleyecek birtakım suçlara karışmasına sebep olmuştur. Öte yandan, Roy kardeşlerin de yaşça büyük olmalarına rağmen iç dünyalarında Jimmy kadar iyi nesnelerden mahrum büyümüş, dolayısıyla olgunlaşmamış olduğunu düşünebiliriz. Bir garsonun ölümüne sebep olan Kendall dışında hiçbiri aleni şekilde yasal boyutta bir suç işlememiş gözükmektedirler. Ancak özellikle de babalarının ölümünden sonra şirket içinde aldıkları bazı kararların, kişisel olarak doğrudan bir ötekine saldırma biçimde suç işlemeseler bile toplumsal boyutta büyük tahribatları olacak sonuçları olduğunu görürüz. Örneğin, seçimlerde faşizan eğilimleri olan Cumhuriyetçi adayı desteklemeleri ve medya aracılığıyla oy sayımını manipüle etmeleri gibi.

Yas ve Melankoli ’de Freud  (1917) melankolide kaybedilen kişinin gölgesinin benliğe düştüğünden bahseder. Karl Abraham ise yasa karşı manik savunmada kaybedilen kişinin pırıltısının yaslı kişinin benliğini parlattığını söyler (Joannidis, 2020), ancak bu pırıltı suya düşen ışık hüzmeleri gibi gelip geçicidir. Sanki Roy kardeşlerin babalarının ölümünden sonra takındıkları tavır ve aldıkları kararlar bu geçici pırıltıların benliklerine bir yansımasıdır: Kendall, şirketlerinin İsveçli bir girişimciye satılmasıyla ilgili kararlarda devamlı “Babam ne yapardı? diye kendine ve kardeşlerine sorarak, Roman’ın da desteğini alıp şirketin satın alınma sürecini baltalamaya çalışır. Öte yandan Roman, hızını kesemeyen bir şekilde babasının muhafazakâr eğilimlerini bir öteki uca taşıyarak faşizan eğilimleri olan Cumhuriyetçi başkan adayını destekler, onunla düzenli temasta bulunur. Ayrıca, babasının ihtişamlı cenaze töreninde konuşma yapacaktır. Konuşma için hazırlığında, umursamaz bir tavırla konuşmasının üzerinden geçer, cümleleri tam kurmaz ve ayna karşısında kendisine bakarak, “İyi gözüküyorsun…Şu anda sizinle yüksek sesle babam hakkında konuşuyorum. Hatta biraz size onu hatırlatmıyor muyum? … Ben kralım. Ve de [şirketin] seçilmiş başkanıyım.” gibi oldukça durumun ciddiyetini hafife alan ve babasıyla yüzeysel bir özdeşleşimi gösteren cümleler savurur. Shiv ise bu üçlü arasında ötekiler kadar hızla hareket etmez, özdeşleşim süreci ise göründüğü kadarıyla dizi finalinde daha karmaşık bir şekilde sonuçlanır. Shiv, erkek kardeşleri şirketin eş başkanları olarak seçilince, bu ikilinin dışında kaldığını hisseder, ki bir nebze bırakılır da. O da hışımla, babasının da benzer politik manevralara sahip olduğunu biliriz, karşı tarafla, yani İsveçli şirketin yöneticisi Lukas Mattson’la iş birliğine girer ve stratejik bir hamle olarak Mattson’ın şirketin Amerika’daki güvenirliliğini sağlamak için kendisini şirketin başına geçirmesini önerir.  Ancak, Shiv ’in bu manevrası, açık bir biçimde kadın olması sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanır: Mattson, Shiv’in arkasından erkek bir yönetici için görüşmelere başlar. Hatta bu adaylardan biri Shiv’in boşanma eşiğinde olduğu eşi Tom ’dur. Öte yandan Mattson, Shiv aracılığıyla Cumhuriyetçi başkan adayı ile yakınlaşır, ancak o da eninde sonunda Shiv’in şirkette devre dışı bırakılması gerektiğini ima eder. Hatta doğru bir biçimde hamile olduğunu tahmin ettiği Shiv’e, kadınların görevinin Almanca’da 3K’dan oluştuğunu söyler: “Kinder, Küche, Kirche”, “Çocuk, Mutfak ve Kilise” (Mylod, 2023).

Shiv’in erkeklerin dünyasında bu şekilde dışarıda bırakılması ve baba Roy ile kurmaya çalıştığı başarısız özdeşleşim, sonunda onu hor gördüğü, ama belki de hem ruhsal hem de kişisel olarak hayatta kalması için tek çözüm olan, anne ile özdeşleşime götürür. Bu bir kriz anıdır ve dizinin en dramatik sahnelerinden birini oluşturur. Shiv, şirketin satılmaması ve iki erkek kardeşin başa geçmesi için yapılan genel kurul oylamasında, eşitliği bozacak son oya sahiptir. Shiv, Kendall ve Roman ile anlaşmış görünürken bir anda toplantı odasından çıkar ve düşünmesi gerektiğini söyler. Shiv fikrini değiştirmiştir. Sövgüler ve Kendall’ın bir önceki sezonda kırılgan hissettiği bir anda kardeşlerine bir kazada birinin ölümüne sebep olması gibi paylaştığı birtakım mühim gerçekler ortalığa savrulur. Ancak hakikat hala belirsizdir. Kendall kimseyi öldürmediğini söyler ve paylaştığı hakikati şirket tahtına geçmek uğruna inkâr eder.

Racamier (2018) sapkının, dili hakikati iletmek için değil, kendi itibarını ve etki alanını korumak için kullandığını ve dolayısıyla bir düşünce sahtekarı olduğunu söyler. Dil, ne pahasına olursa olsun sapkının emellerine hizmet eder. Bu emeller ise temelde ötekini yıkmak veya avlamak amacı güder. Bu yıkıcılık sapkına haz verir. Racamier bu hazzın “çifte namlulu” olması gerektiğini savunur. İlk yıkım, ava atılan bir pençe gibidir, ötekinin benliğini karıştırır, tökezletir. İkinci yıkımda ise öteki tamamen alt üst edilir. Öteki, sapkının kendinde inkâr ettiği, ama başarıyla yansıttığı o “şey” olur (Racamier, 2018, s.272). Shiv’in dizinin son bölümünde Kendall için oy kullanmayacağını söyleyip odadan çıkması, sonra da onun bir cani olduğunu ima etmesi çifte namlulu saldırıya bir örnektir. Dizi boyunca karakterlerin dilinin belki de böylesine anlaşılmaz ve dürtüsel kılınmasının ve bazı önemli hakikatlerin, Logan Roy’un çocukluğunda emanet edildiği amcası tarafından ciddi fiziksel şiddete maruz kalması, Kendall’ın çocuklarının donörle dünyaya gelmiş olması veya Roman’ın iktidarsızlığı gibi, sadece üstü kapalı biçimde iletilmesinin bilinçdışı sebebi de belki budur. Dil, hakikatten kopuktur, sövgülerle bezenmiştir ve iletişimden çok sapkın karakterlerin birbirlerini alt etmek için kullandığı bir araçtır.

Deutsch (2011) Jimmy ile çalışmasından sonra, -mış gibi kişiliği tanımlar:

Patolojik sahtekâr, patolojik olarak şişirilmiş benlik ideali ile egosunun diğer, değersiz, aşağılık, suçluluk yüklü parçası arasındaki sürtüşmeyi, kendisine özgü bir tarzda ortadan kaldırmaya çalışır: benlik ideali kendisiyle özdeşmiş gibi davranır ve herkesin bu durumu kabul etmesini bekler. Bir yanda değersizleştirilmiş benliğinin iç sesi, diğer yanda dış dünyanın tepkileri, ona benlik idealinin gerçek dışılığını hatırlatsa da yine de bu narsisist duruşa tutunur. Kendi benlik idealini sürdürmeye, tabiri caizse onu dünyaya dayatmaya- -mış gibi yaparak ve başka birinin kimliğini kullanarak- çaresizce çabalar. (s. 1021)

Bu çaresizliği Kendall, Shiv ve Roman arasındaki taht savaşında dizi boyunca izleriz. Karakterlerin baba Roy’un yerini almaktaki gayretlerinin nafileliği, dizinin sonlarına doğru Kendall New York’ta depresif bir şekilde nehre bakarken, Roman, kendini protestocuların arasına atmış onlar tarafından tartaklanırken ve son olarak da Shiv artık şirketin başına geçmiş kocasına elini isteksizce uzatırken görürüz. Bu noktada artık bir türlü özdeşleşim kurulamamış ve yası tutulamamış baba Roy’un çocuklarına geçici de olsa yansıttığı pırıltı kaybolmuştur. Hepsi daha karanlık, ancak daha kendilerine yakındır. Shiv de belki de tüm bu zorlukların anası, kendi annesiyle bir özdeşleşim kurarak, sevmediği bir adamın yanında durmak zorunda kalmış ve dizi boyunca erkeklerin arasındaki bir karakterden, dizinin sonunda bir erkeğin arkasındaki karakter konumuna gerilemiştir.

100. Yılında Türkiye

Succession dizisi milyarder bir aileyi konu alarak, onların iç ilişkilerine ayna tutmasıyla dünya genelinde oldukça ilgi çekti. Hatta dizinin giriş melodisine eşlik eden fragmanı, Trumplar veya Murdochlar gibi Dünya’nın başka milyarder ailelerine uyarlandı. Aslında dizinin geneline bakıldığında dizi içinde birçok gelişme izlemekle birlikte, karakterlerin bir gelişim/değişim sürecinden geçtiğini görmeyiz. Tıpkı bir türlü Ödipal düzeyde işlevsellik gösteremeyen bir sapkın gibi, karakterlerin çoğu hakikatten kopuk bir şekilde kendi dünyalarında debelenmektedirler. Ancak ilginç olan, bu karakterlerin hepsine Dünya’nın kaderini belirleyebilecek sorumluluk, güç ve para verilmiş olmasıdır. Belki de izleyicilerin de ilgisini bu diziye çeken bu tezattır.

Sapkının seyirciye olan ihtiyacını sapkınlığı işlemiş birçok psikanalist vurgular (Abraham,1935; Deutsch, 2011; Greenacre, 1958, McDougall, 1968; 1972; Racamier, 2018). Hatta McDougall (1968), sapkın için bu izlenme ihtiyacının bir ölüm kalım savaşı olduğunu şu cümle ile ifade eder: “Çünkü anonim izleyici, yerini ancak psişik ölümün hayaletine bırakabilir (s. 373).” Bizler de yaşadığımız dönemde birçok şeye seyirci kalmanın çırpınışını yaşıyoruz. Ülkemizde ve Dünya’da yıkıcı eylemler ve yıkımlar çok büyük boyutlara ulaştı. Bunları sosyal medya aracılığı ile hemen öğrenebilirken, bu olaylar karşısında doğrudan etki edecek şekilde hareket etmemiz neredeyse imkânsız. Dolayısıyla bugünkü Dünya’nın insanı genel olarak bir “seyirci”. Dünya’da yıkıcı ve saldırgan eylemler böylesine artmışken bunların kaynağını nereden aldığı belki de birçok kişinin zihninde bir soru işareti. Belki Succession seyirciye bunun yanıtını bir nebze sunduğu için de bu kadar ilgi çekici.

Stoller (1975) sapkınlık üzerine olan kitabında, normdan sapan her cinsel eylemin veya davranışın sapkın olmadığını, sapkınlığın temelinde düşmanlığı ve yıkıcılığı odak aldığını vurgular. Chasseguet-Smirgel de (1978) sapkınlık ve sadizm arasındaki bağlantıları işlediği makalesinde sapkının ana amacının babanın penisinin üstünlüğünü ve dolayısıyla Ödipal yapının getirdiği hiyerarşiyi inkâr ederek, anal düzeyde eyleme vurma olduğunu belirtir. Bunu da ünlü Fransız yazar ve sadizme kendi adını vermiş Marquis de Sade’nin romanlarını inceleyerek örneklendirir. Chasseguet-Smirgel (1983) Sapkınlık ve Evrensel Kanun başlıklı başka bir makalesinde ise sapkının, dini kitaplarla getirilen ve güçler ayrılığını ve doğanın yapısını koruyan kanunları alt üst ederek tanrı rolüne soyunduğunu söyler. Chasseguet-Smirgel dini kitapların karışımları, örneğin, Musevilerin et ve süt ürünlerini birbirine karıştırmamasının bilinçdışında anne ve bebeğin babayı inkâr ederek birbirine karışmasına karşı bir yasak olduğunu teologlara referansta bulunarak öne sürer. Latince ’de hybrid (karışım, melez) kelimesinin hybris, yani İncil’e göre en büyük günah olan “kibir” kelimesinin kaynağı olduğunu vurgular. Dolayısıyla Chasseguet-Smirgel’in (1983) hipotezine göre, sapkının amacı tanrılığa soyunarak ve doğanın hiyerarşisini ve ayrımlarını inkâr ederek, kendi sapkın evrenini yaratmaktır.

Successionda da karakterlerin tevazudan yoksun ve kaynağını nereden aldığı belirsiz gelen dürtüsel ve kibirli özgüvenleri şaşırtır. Aldıkları kararlarda, birbirlerinin arkasından iş çevirmelerinde, taraf tutmalarında, yeni proje atılımlarında hep kendimize şunu sorarız: “Acaba neyine güvenerek bunu yapıyor?” Elbette, zengindirler ve ellerinde büyük bir güç vardır, ama kişisel bazda kaynakları ve yeteneklerinin çok az olduğu gözümüze çarpar. Çoğu zaman girişimlerinin bir sonucu da olmaz, ancak olunca da bunun sonuçları çok yıkıcıdır: Tıpkı Roman’ın babasının gözüne girmek için güvenlik önlemlerini göz ardı ederek sürecini hızlandırdığı ve bir felaketle sonuçlanan roket fırlatma projesi gibi. Karakterler atılımlarında ihtiyatsız davrandıkları gibi, sonucu yıkıcı olduğunda da bir o kadar sorumluluk almakta başarısızdırlar. Sanki yıkımın getirdiği suçluluk, acı ve hüzün gibi duyguları hissedemedikleri için, o yıkımın yasını da tutamazlar ve bir onarım sürecine giremezler (Klein, 2012).

Bizler de ülkemizde üst üste deneyimlediğimiz felaketlerde, en son da yaşadığımız deprem felaketinde, medyada ilgili konuda sorumluluk alan veya acı hissettiğini gördüğümüz bir üst düzey yetkili aradık. Bu arayış tıpkı Succession’daki karakterlerden beklediğimiz çıkarsız bir iyilik emaresi kadar çaresiz bir arayış, çünkü kendi yıkıcı dürtülerini tanımayan ve dolayısıyla dış dünyada anneye ve ötekilere verebileceği hasarı göz ardı eden ve kendi çarpık düşünce yapısını idealleştirerek dış gerçekliğe uymayan bir ruhsallığın hüküm sürdüğü bir dönemde yaşıyoruz. De Masi’nin (2012) “idol” olarak tanımladığı çarpık ahlaki düşünce yapısı, iyi bir nesnenin yokluğunda üstbenliğin gitgide acımasızlaşarak, kişilik üzerinde hüküm sürdüğü ve kişiye tümgüçlülük sözü vererek haz sağlayan patolojik bir sistemdir. Yapısı ve içeriği kendi içinde bir paradokstur da çünkü iyi nesnenin korunduğu ve benlik ile daha uyum içinde bir üstbenlik iyi bir ahlakın ve yaşamın güvencesiyken, acımasız bir üstbenlik ve “idol” hükmündeki benlik çok sıkı “ahlaki” kurallara bağlı kalır gözükürken kendine ve ötekilere karşı acımasızdır ve dolayısıyla da yıkıcıdır (De Masi, 2012). Buradan Chasseguet-Smirgel’in (1983) Sade’nin eserleri üzerinden açıkladığı, “Tanrı’ya şirk koşma” diye tanımlanabilecek yaklaşımın altyapısını görürüz. İlginç bir şekilde De Masi de (2012) Sade’ye çarpık üstbenliği incelerken yer vermiştir ve meşhur yazarın tam da kendi romanlarında işlediği tarzda suçlardan ötürü hapis yatarken edebi eserlerini ortaya koyduğunu belirtmiştir. Ayrıca şunu da eklemiştir, eğer hapis yatmıyor olsaydı, eserlerine konu olan sadistik suçları muhtemelen dışarıda işlemeye devam edecekti. Çünkü “idol”ün güdümündeki üstbenlik, yıkıcılığından haz alır ve ne kadar yıkıma yol açsa da tatmin olmayacaktır, bu da onu daha büyük yıkımlar sahnelemeye itecektir.

De Masi (2012), Sodomun 120 Günü’ne atıfta bulunurken, sefahat düşkünü sapkınların kurbanlarının tamamen avuçlarında olduğunu ve onları isterlerse öldürebileceklerini farkettiklerinde, “küçük yıkımlar”ın onları tatmin etmeyeceğini kavradıklarını söyler. Onlar da çözümü güneşi yok ederek evreni yıkmakta bulur. Bu topyekûn yıkım, elbette onların da yıkımını getirecektir. Chasseguet-Smirgel de (1978) ailenin hiyerarşisini, dolayısıyla evrenin hiyerarşisini de ruhsallığında yok sayan sapkının çocuksu yetersizliği ile bağlantılı yaşayacağı narsisistik yarayı ortadan kaldırmak için anal düzeyde işlevsellik göstererek, bilinçdışında her şeyi bir “kaka ”ya çevirme güdüsü olduğunu belirtir. Kahramanmaraş depremi sonrası yıkımın görüntülerine bakarken, toz duman olmuş binalar, ağaçsız araziler ve ortaya çıkan enkaz, Chasseguet-Smirgel’in tanımladığı sapkının evreninin bir tezahürü gibi düşünülebilir. Banka hesaplarına akan parayı, bilinçdışında hem oral bir tatmin sağlayan hem de tuvalet eğitimi dönemindeki bebeğin “Geldi, gelmedi” diye takip edilen değerli bir dışkısı gibi düşünebiliriz. Bu sözde değerli dışkı, doğayı, insanları ve evreni değersizleştirirken, tıpkı Chasseguet-Smirgel’in (1978) Tanrı’ya şirk koşanlarının yaptığı gibi ülkemizi ve Dünya’yı koca bir enkaz alanına ve anlamını yitirmiş parçalarla dolu bir dışkı çukuruna dönüştürdüğü ise günümüzün hakikati.

Sonuç

Chasseguet-Smirgel (1978), nevrotiğin sapkının kendi çatışmalarından haz alan tarafı ile büyülendiğini söyler. Nevrotik, kendi düşlem dünyasına kaçarken, sapkın onları dış dünyada gerçekleştirir ve hakikat ile bağlantısını yitirmemiş nevrotik, kendisini sapkının tersine acı çeken bir yerde bulur. Greenacre (1958) da yüzyıllar boyunca akıllı diye tanımlanabilecek insanların, sahtekarların büyüsüne kapıldığını söyler. Sonuçta onlara inanan birileri olmasaydı, sahtekârlar nasıl birilerini dolandıracak, sapkınlar nasıl avlanacaktı?

Successionı izlerken de bir karakter gelişim öyküsü izlemediğimiz halde Roy kardeşlerin hayatları ile büyüleniriz. Materyal bolluk içinde yaşarken gözlemlediğimiz ruhsal yoksunlukları ve ellerinin altında koca bir dünya varken, birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışmaları çelişkili doğasından ötürü seyirciyi kendine çeker. Öte yandan, karakterlere kendi arzu ve çatışmalarımızı da yansıtırız: çok zengin ve statü sahibi olma, kardeş çatışması ve anne-babadan ayrışamama gibi. Hiç üzerine düşünmeden izlediğimizde büyüleniriz, ya da karakterlerin davranışları bizi öfkelendirebilir veya mantık dışı gelebilir. Ancak her seyirci yaşadığı Dünya’nın bir parçasıdır ve yaşadığı gerçeklik onun bilinçdışının da bir tezahürüdür.

Freud (1905), her nevrotiğin içinde sapkın eğilimlerin bilinçdışı güçler olarak var olduğunu söyler. İçimizdeki çoğu zaman sessiz, ama bazen de sesini yükseltebilen sapkına bakamadığımız sürece hem kendi yaşantımızın hem de Dünya’da süregelen yıkımların çaresiz bir seyircisi olarak kalma ihtimalimiz oldukça muhtemel.

Kaynakça

Abraham, K. (1935). The history of an impostor in the light of psychoanalytical knowledge. The Psychoanalytic Quarterly. 4, 570-587.

Heyman, R., Schnapper, D., Filley, J., Bozman, R., Mahon, G., (Yapımcı), McKay, A., Mylod M. (Yönetmen). (2018-2023). Succession. [Dizi]. ABD.

Chasseguet-Smirgel, J. (1973). Sapkınlık, idealleştirme ve yüceltme. H. Kızıltan (Haz.) Suret içinde (s. 241-260). İthaki Penguen Kitap

Chasseguet-Smirgel, J. (1978). Reflexions on the connexions between perversion and sadism. International Journal of Psychoanalysis, 59, 27-35.

De Masi, F (2012). Working with difficult patients. Routledge.

Deutsch, H. (2011). The impostor: Contribution to ego psychology of a type of psychopath. The Psychoanalytic Quarterly. 4, 1005-10024.

Freud, S. (1905). Three Essays on the Theory of Sexuality. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 7:123-246.

Freud, S. (1917) Mourning and Melancholia. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 14:237-258

Glover, E. (1938). A note on idealization. International Journal of Psychoanalysis. 19, 91-96.

Greenacre, P. (1958). The impostor. The Psychoanalytic Quarterly. 27, 359-382.

Joannidis, C. (2020). The foreigner and the foe, we saw them both in the mirror: Maturational aspects of the encounter with “the foreign”. Free Associations: Psychoanalysis and Culture, Media, Groups, Politics. 80, 90-96.

Klein, M. (2012 [2008]). Sevgi, suçluluk ve onarım. Kanat Kitap.

McDougall, J. (1972). Primal scene and sexual perversion. International Journal of Psychoanalysis. 53, 371-384.

Ogden, T. (2023). Deneyimin ilkel ucu. (A. D. Ülkümen, C. A. Dikmen, C. Baycan, Çev.) Sfenks Kitap. (Özgün eser 1992 tarihlidir).

Racamier, P.C. (2018). Narsisist sapkınlık üzerine., H. Kızıltan (Haz.), B. Erdal (Çev.). Suret içinde (s. 261-283). İthaki Penguen Kitap

Stoller, R. J. (2021). Sapkınlık: Nefretin erotik hali. (E. Altınbilek, Çev.). Sfenks Kitap (Özgün eser 1975 tarihlidir).

Vanity Fair (2019). How Succession’s composer created the theme song. Mayıs 15, 2023 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=X0WzqanwlG0&t=552s&ab_channel=VanityFair adresinden alınmıştır.


* Canan Dikmen. Klinik Psikolog, Psikanalist Adayı. Psike İstanbul üyesi ve Uluslararası Psikanaliz Birliği (IPA) denetiminde psikanaliz eğitimini sürdürmektedir. Kendi ofisinde serbest çalışmaktadır.

Yorum bırakın