Benlik İdeali – İdeal Benlik – Üstbenlik: Cumhuriyetin 100. Yılında Benlik Ve Altbenlik

Berrak Cigeroğlu

Berrak Ciğeroğlu *

Benlik İdeali

Benlik ve Altbenlik [Ego ve İd], Freud’un (1923b) “üstbenlik” kavramını önerdiği ve yapısal modeli ilk kez tanımladığı en önemli kurucu metinlerinden biridir. Bu makalede üstbenlik terimi benlik ideali terimine alternatif olarak önerilmiş ve birbiri yerine geçebileceği ima edilmiştir. Oysaki ilk kez Narsisizm Üzerine: Bir Giriş  makalesinde karşımıza çıkan benlik ideali tamamıyla başka bir anlama sahiptir. Söz konusu makalede vicdan ve benlik ideali birbirinden ayrıştırılarak, benlik ideali çocukluktaki narsisistik bütünlük deneyimine benzetilmiş ve kaybedilmiş bu ideal durumun ikamesi olan bir ruhsal oluşum olarak tanımlanmıştır. Çocuğun idealinin kendisi olduğu bu dönemde ne kayıp ne arzu ne de doyumsuzluk vardır. Bebek kendini tümgüçlü ideal figür ve ideal bir nesne olarak ya da meme/penis gibi ideal kısmi nesneye sahip olarak hayal eder. Geçmiş zamana ait bu deneyim, mutlak mutluluk ve eksiksizlik simgesi olarak hepimizin içinde varlığını sürdürür ( Freud,1914c).

İnsan yavrusu prematüre doğar ve uzun bir süre tümüyle bir başkasının bakımına muhtaçtır. Bu koşul nedeniyle, ben olmayanı tanımaya zorlanır ve böylece birincil bütünlük parçalanır. O dönemde yitirilen narsisistik tümgüçlülük nesneye yani ilk benlik idealine yansıtılır. Söz konusu andan başlayarak çocuk parçalanmayla oluşan uçurumu kapatmaya çalışır ve bu gelecekteki tüm ilerlemelerin itici gücü haline gelir. İnsanoğlu kendisinden koparılıp alınan narsisistik parçasını sonsuza dek arayan, kendi kendinin ideali olduğu yitik zamanın peşinde koşan eksik bir varlık olmaya yazgılıdır.

Freud (1914c), benlik idealini birincil narsisizmin mirasçısı olarak sunmuştur. İnsanoğlu yaşadığı tatminlerden kolayca vazgeçemez. Çocuk ideal narsisistik durumunu artık sürdüremez hale gelince, onu benlik ideali olarak dışarıdan tekrar edinmeye çalışır. İdeali kendi önüne yansıtır ki bu kendi kendinin ideali olduğu yitirilmiş çocukluk narsisizminin yerini alacaktır. Aynı metinde Freud, insanı çocukluğun ideal narsisistik konumundan uzaklaştıran şeyin başkalarının uyarıları ve kendi eleştirel yargılarının gelişiminin tümü olduğunu söyler. Freud, benliğin gelişiminin birincil narsisizmden uzaklaşmaya bağlı olduğunu ama bu narsisistik evrenin yeniden kazanılması için de sürekli çaba harcandığını vurgular. İşte bu uzaklaşma ve sonrasında onu arayışı sayesinde libido, dışarıdan dayatılan bir benlik idealine doğru yer değiştirir. Tam da bu benlik ideali sayesinde uzaklaşma mümkün olur . Freud’a (1921c) göre benlik ideali, benliğin gelişme sürecindeki bir aşamadır.

Janine Chasseguet-Smirgel’e (1985) göre benlik ile ilksel benlik idealinin bütünleşmesi düşleminin sürekliliği anne bedenine cinsel birleşme yoluyla tekrar girme arzusunu tetikler ama çocuk genital yetersizliği nedeniyle bunu mecburen sonraki bir zamana yansıtmak zorundadır. Çocuk bunu hedefleyerek önüne yansıtırken, anneyle ilişkili olarak da babanın rolünü keşfeder ve her şey yolunda giderse Oidipus karmaşasındaki babayı ideali haline getirir. Aslında benlik idealinde beklenti, umut ve vaatler saklıdır. Umut ve beklenti ertelemeyi, ikincil yollara girmeyi ve zamansallığı ima etmektedir ki bunlar gerçeklik ilkesine göre hareket edebilen bir zihinsellik gerektirir. Evrimsel olarak insanın gelişimi ve olgunlaşması böyle şekillenir.

Benlik ideali birincil narsisizmin, üstbenlik ise Oidipus karmaşasının mirasçısıdır. Benlik ideali başlangıçtaki kayıp tümgüçlülüğü geri alma çabasına karşılık gelirken, üstbenlik iğdiş edilme karmaşasının bir ürünüdür. Benlik ideali yanılsamayı sürdürmeye, üstbenlik ise gerçekliği geliştirmeye yönelir. Üstbenlik çocuğu anneden uzaklaştırırken, benlik ideali anneyle bütünleşme düşlemini körükler. Freud’un kuramında üstbenlik ruhsal aygıtta zamansal olarak en son gelişen düzeydir. Yapısal kuramından itibaren ise üstbenlik ile benlik ideali artık özdeştir. Üstbenlik hem yön gösterir, baba gibi olmak için rehberlik eder hem de babanın imtiyazlarına dokunmayı yasaklar (Freud,1923b).

Benlik ideali ile üstbenlik işlevleri ayrı ayrı düşünüldüğünde ise, narsisizm mirasçısı çocuğu babayla özdeşleşmeye yönlendirir ve bunu cesaretlendirir. Oidipus karmaşasının mirasçısı olan taraf ise bu özdeşleşmeyi caydırır. Öznenin babayla özdeşleşmesi için erotik bileşenin yüceltilmesi gerekir. Bu işlem sonucunda ruhsal aygıtın yıkıcı bileşenini bağlayacak olan libidinal etkinliğinin gücü azalmış olur. Üstbenlik katı hatta bazen yıkıcı bir hal alır. Sonuçta, bilinçdışı suçluluk duyguları ve melankolide olduğu gibi, benlik idealinin benlikten çözülerek benliğe karşı hiddetlenmesi ortaya çıkabilir (Rosenfeld,1962). Klinikte karşılaştığımız üstbenlikleri ebeveynlerinin kurallarından çok daha kısıtlayıcı ve cezalandırıcı olan ve ne yaparsa yapsın kendine yaranamayan hastalar böylesi bir durumdan muzdariptir. Benlik ideali öznenin ideale ulaşması için değişiklikler yapmasını talep eder ancak benlik idealinin varlığı öznenin bu amaca ulaşabileceği anlamına gelmez ya da ulaşsa bile bir türlü yeterli hissetmez.

“Yüksek benlik idealine biat etmek için narsisizminden vazgeçen insan, bunun sayesinde libidinal dürtülerini yüceltmeyi başarmış olmayabilir” (Freud, 1914, s: 94). İdealinin peşinden giden özne dürtü nesnesinde ve amacında değişiklik yapmadan kendi libidinal deneyimi dahil hiçbir şeyi yüceltmeden gerçekliği reddetmeye devam edebilir.

Benlik ideali üstbenlik ile birleştiği ölçüde, güncel benlik ve benlik idealini sürekli karşılaştıran ahlaki vicdan da duruma dahil olur. Benzer şekilde düş sansürü ve bastırma da benlik ideali ile ilişkilendirilebilir. Kısaca, benlik ideali, benliğin kendi narsisizminden uzaklaşan imgesine itaat etmesi ve bu imgeyi önüne yansıtabilmesi için gereken tüm kısıtlamalarla uzlaşır. Benlik ideali yalnızca eleştirmez, benliğin benlik idealiyle buluştuğu zamanlarda öz saygısını artıracak şekilde zafer duygularının oluşmasını da sağlar (Sandler vd, 1963).

İdealize edilmiş nesne benlik ideali yerine konulursa benliği kışkırtacak ölçüde kısa devre oluşturabilir. Örneğin, Freud 1921’de seçilen aşk nesnesinin öznenin erişilemeyen benlik idealinin yerine geçebileceğini belirtmiştir. Piera Aulagnier (1979) ise bu kavramı temel alarak, libidinal doğada olan herhangi bir özneye, nesneye (kumar, uyuşturucu) ve hatta eyleme (spor, iş) benlik idealinin yansıtılabileceğini belirtmiş ve buna “yabancılaştırma’ adını vermiştir.

Benlik ideali kavramından yola çıkan Daniel Lagache (1961) bazı suç davranışlarını açıklamaya yardımcı olacak şekilde kahraman özdeşleşmesi kavramını geliştirmiş ve bu özdeşleşmenin tümgüçlü narsisistik ben idealinin patolojik bir görüngüsü olduğunu belirtmiştir. Janine Chasseguet-Smirgel de benlik idealinin oluşum sürecinde sapkınlıktan yaratıcılığa kadar değişebilen farklı sonuçlar görülebileceğini belirtir (1985).

İdeal Benlik

Freud’un bazı yapıtlarında benlik ideali ve ideal benlik kavramları birbiri yerine kullanılırken, 1914 teki Narsisizm Üzerine: Bir Giriş makalesinde ilk kez iki farklı kavram olarak karşımıza çıkarlar. İdeal benlik, bebeklikteki benlik tarafından keyifle deneyimlenmiş kendilik sevgisinin (self-love) alıcısı/taşıyıcısıdır. Bebeklikte deneyimlenen bu haz sonsuza kadar yok olmuştur. Bu kayıp deneyim nostaljik bir şekilde idealize edilir ve koruma altına alınır. Benlik ideali ise dinamik bir kavramdır. Freud’a (1914) göre kişi bebeklikteki ideal narsisistik konumu ileride ulaşılacak bir hedef olarak yeni bir benlik ideali formunda erteler. Dolayısıyla, ideal benlik kayıp birincil narsisizmi nostaljik olarak canlı tutarken, benlik ideali ilerlemeyi sürdürmek için gereken heveslerin dinamik olarak yapılanışı olarak düşünülebilir.

İdeal benlik bebeklik narsisizminin ve ona eşlik eden tümgüçlülüğün dönüştürülmüş bir biçimidir. Benlik idealinde, benliğin gereksinim duyduğu öz saygıya ulaşmasının yolu, Freud’un  daha sonra üstbenlik olarak adlandırdığı yapının koyduğu yasak ve kurallara uymaktan geçmektedir. Öte yandan, bebeklik narsisizmiyle birlikte tümgüçlülüğü geride bırakan ideal benlik, benlik ile yeniden hiçbir zaman denkleşemez. Böylesi bir tümgüçlülük kişiyi kahraman veya fatihe dönüştüren düşlemlerde ya da gündüz düşlerinde ancak kısmen geri kazanılabilir. Benlik ideali ise üstbenlikle yakından ilişkilidir ve yapılanışı tümgüçlülük temelinde değil ebeveynlerin üstbenliği ve idealleri temelinde olmaktadır. Benlik idealinin uzun vadede erişeceği amaçlara, ideal benlik zaten çoktan erişilmiş olduğunu varsayarak kısa devre yaptırır.

Herman Nunberg (1955) ideal benliği, benlik ve altbenliğin birleşmesi olarak tanımlar ve tümgüçlü narsisizmin sonucu olarak patolojik bir durum oluşturduğunu belirtir. Daniel Lagache (1961) ideal benliği de benlik idealinin patolojik gelişimi gibi suça eğilim ile ilişkili olarak ele almıştır. İdeal benlik, üstbenliğin tersine, tümgüçlü yatırım yapılmış bir öteki varlıkla ilksel özdeşleşme ile ilişkilidir. Bebeğin fallik anne ile özdeşleşmesi işte böyle bir özdeşleşmedir. Lagache ergenlik döneminde ünlü kişilerle yapılan yeni özdeşleşmelerle ideal benliğe yeniden yatırım yapıldığını ya da yatırımın güçlendiğini belirtir. Ergen, ideal benlik ile tekrardan özdeşleşerek kendisini üstbenlik ve benlik idealinden ayırmaya çalışır (Lagache, p;227-28). Lacan ise ideal benliği “ayna evresi”nin bir özelliği olarak ele almıştır (1966).

Benlik  İdeali / İdeal Benlik / Üst Benlik ve Grup

Freud, benlik ideali kavramıyla grup psikolojisi anlayışını önemli ölçüde zenginleştirmiştir. Freud, grubu, “tek ve aynı nesneyi kendi benlik idealleri yerine koyarak birbirlerinin benlikleriyle özdeşleşen bireyler topluluğu“ olarak tanımlar (1921, s: 116). Grup bireylerinin tümü, ortak benlik idealinin temsiline kolektif olarak itaat eder. Nesne ki bu çoğunlukla bir lider ve temsil ettiği ideolojidir, benlik idealinin yerine yerleştirilir.

Üstbenlik söz konusu olduğunda daha önce de belirtildiği gibi, Freudcu üstbenlik ruhsal aygıtın düzeyleri içinde zamansal açıdan sonuncudur. Freud (1929) çoğu bireyin gerçek bir vicdana sahip olmadığını ve suçluluk duygusu hissetmediğini söyler, aslında kötülük yapmalarına engel olanın yakalanma korkusu ve bununla ilişkili toplumsal kaygı olduğunu belirtir. Kısaca, üstbenlik gelişimi genellikle eksiktir..

Freud’a  göre vicdan çekirdeğini toplumsal kaygı oluşturur. Kalabalığın otoritesi ve ortak hareket etmekten elde edilen haz vicdanın sesini keser. Birey, tek başına cesaret edemeyeceği şeyleri kalabalığın parçası olarak yapabilir. Freud kalabalığı ilksel sürünün dirilişi olarak görür. Benlik ideali konumuna yerleşen ilkel baba da bireye hükmeden kalabalığın ideali olur. Kalabalığı oluşturan bireyler benlik ideallerinin yerine aynı nesneyi koyarak birbirleriyle özdeşleşirler. Öznellikler yok olur. Önder, benlik ve idealinin o eski deneyimini ve arzusunu yani ideal benliği harekete geçirendir. Yanılsamanın yaratıcısıdır. Dolayısıyla babadan çok tümgüçlü anne ile örtüşür. Benlik ve ideali yeniden kavuştuğunda gelişmenin tüm kazanımları gereksiz hatta engelleyicidir. Önderin sağladığı narsisistik destek yeterliyse, üstbenliğin tümüyle göz ardı edilmesi ve işlevlerinin grubun idealleri tarafından devralınması olasıdır. Eğer grubun idealleri içgüdüsel doyumu vaat ediyorsa, Nazi dönemindeki gibi kan dondurucu cinayetler ideal adına işlenip meşru hale getirilir (Sandler, 1963). Sonuçta grup eş zamanlı olarak hem benlik hem birincil nesne hem de ideal benlik olur ve bunlar birbirine karışmış durumdadır. Yanılsamanın gerçekleşmesinin önündeki her türlü engel yok edilir. “Bizden yana olmayan bize karşıdır” ve “Ya sev ya terk et” söylemlerinde görülebileceği gibi tarafsızların ve sorgulayanların sayısını azaltmak ve gerçekliğin sınanması işlevini inananlara bırakmalarını sağlamak hayati önem taşır.  

Bu tür grupların başlıca özelliği gerilemeci olmalarıdır. Bir ideolojiye dayanmayan gruplarda böyle bir özellik bulunmayabilir. Demokratik yönetim politikası ile belli bir amaç çevresinde sınırlanmış programları olan, yanılsamanın gerçekleşmesi vaadi taşımayan düşünce sistemleri ise tam olarak ideolojik değildir. Bu tür gruplarda önder, erkek kardeşler topluluğunun yalnızca bir temsilcisi rolünü oynayabilir ya da kolektif düşlemde baba veya kahraman figürüne bürünebilir ve bu durum grubun üyelerine benlik ideali bakımından destek olabilir. Böylece, ideolojik gruplar ile diğerleri arasındaki temel ayrımı şu şekilde dillendirebiliriz: ideolojik gruplar birincil narsisizme dolayısıyla evrimsel kazanımların terk edilmesine eğilim gösterirken, diğer gruplar ruhsal düzeyde Oidipal boyutu koruyabilirler.

Buraya kadar değinilen kavramlarla birlikte, bu yıl 100. yıldönümünü kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurulduğu dönemin dinamikleri bağlamında psikanalitik yaklaşımla kısaca ele almak istiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk yönetim biçimi olarak neden cumhuriyeti seçti ve onun önderliğinde harekete geçen halk ve cumhuriyeti birlikte kurduğu grup nasıl bir işleyişe sahipti?

Cumhuriyet’in Kuruluşu: Toplumsal Arka Plan

Osmanlı düşünürleri “meşruti monarşi” nin kurulmasının İmparatorluğu parçalanmaktan kurtaracağına inanıyorlardı. Fransız Devrimi’nin fikri ürünü olan ve istibdat ve baskıya karşı insana değer veren “cumhuriyet” ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıyla birlikte düşünülen bir rejim olmuştur (Giritli, 1995).

Mustafa Kemal, Fransız Devrimi’nden ve o dönemin politik düşüncelerinden çok etkilenmiştir. Cumhuriyeti ilan etmeden birkaç gün önce Fransız Devrimi tarihini okuduğunu ve cumhuriyet kelimesini etrafındakilere sorduğunu biliyoruz. Mustafa Kemal derin bilgisine ve hitap ettiği topluma ilişkin bilimsel ve sezgisel kavrayışına dayanarak, cumhuriyetin Türk milletinin doğasına ve yüzyıllardır süregelen ününe en uygun yönetim olduğunu belirtir (Erdoğru, 1998).

Cumhuriyetle yönetim biçimi yeni Türkiye’de bir ihtiyaçtan doğmuştur ve bir taklit değildir (Erdoğru, 1998). 29 Ekim 1923 öncesinde oluşan yönetimsel boşluğu gidermek amacıyla, milli iradeyi temsil edecek yeni bir yönetim biçiminin kurulması Mustafa Kemal’in ilk hedefiydi. Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme karşı verilen savaş sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından kalanlar üzerinde, Atatürk liderliğindeki kurucu kadrolarıyla ulusal egemenliğe dayalı, tam bağımsız, milli, çağdaş ve laik bir temelde kurulur (Giritli, 1995). Osmanlı İmparatorluğu’nun bir anlamda ölüm fermanı sayılabilecek Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923’e kadarki dönemde, Atatürk başta olmak üzere asker-sivil bir kadronun öncülük ettiği ve halkın mümkün olan en yüksek düzeyde katıldığı süreçlerle ilerlenilir. Yerel kongreler, ardından TBMM’nin açılması, Kurtuluş Savaşı boyunca meclisin esas karar verici makam olması, Cumhuriyet’e giden yolda dönemine göre oldukça demokratik bir işleyişin var olduğunu göstermektedir.

Cumhuriyetin ana özelliği ulusal egemenliğe dayanması ve demokrasiyi sistem olarak benimsemesidir. Her demokratik rejim cumhuriyet olmamakla beraber demokrasinin en gelişmiş şekli cumhuriyetle sağlanır. Atatürk Cumhuriyet’i “Halk Hükümeti” olarak da adlandırmış “Halk Hükümeti, hakimiyeti tamamen halka veren ve halk için çalışan bir hükümettir” demiştir (Giritli, 1995).

Dönemin sosyo-politik durumunu bu şekilde gözden geçirdikten sonra o sorunun ikinci bölümünü ele alabiliriz: Önderin ve yönettiği topluluğun arasındaki grup dinamiğini, bu yazının konusu olan benlik ideali, ideal benlik ve üst benlik yapılanması bağlamında nasıl düşünebiliriz?

Cumhuriyet’in Benlik  İdeali ve Grup

Bu yazının konusu olan kavramları gözden geçirirken başlangıç noktamız bebeğin birincil aczi ve kendi başının çaresine bakamaması olmuştu. Bu güçsüzlükten doğan birincil bütünlük yanılsamasının öznenin “ben olmayanı” tanıma zorunluluğu nedeniyle parçalanması ve kaybedilen tüm güçlülüğün nesneye yani benlik idealine yansıtılması ile insana özgü tüm ilerlemelerin temelinin atıldığını saptamıştım. Kritik bu evrede doğal akışın engellendiği durumlarda pek çok patolojik durumun ortaya çıktığından söz etmiştim. Aynı bakış açısıyla, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türk toplumunun uzun süren savaşlar ve ağır yenilgilerin ardından hem birincil hem de ikincil narsisistik örgütlenme bakımından yaralı ve umutsuz olduğunu düşünebiliriz. Sürekli ölüm tehlikesinin varlığı ve çaresizlik duyguları gerilemeye yol açarak ideal benlik, benlik ideali ve üstbenlik yapılarının hasarlanmasına sebep olmuştur. Halk neredeyse bebeklik aciziyetine gerilemiş, birincil narsisistik doyum ve bütünlüğü tümüyle unutmuş bir halde bakımsız ve terkedilmiş bir haldedir. Nitekim Atatürk de “Nutuk”ta daha ilk cümlelerde bunu ifade etmiştir.

1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel vaziyet ve manzara:

Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde… (Mustafa Kemal. Nutuk, 1927 [2015]. s: 31)

Atatürk, tümüyle bakımsızlık ve kimsesizlikten dolayı canlılığını yitirmek üzere olan Türk halkını önce bir anne gibi yaşama doğru baştan çıkarmış, yerle bir olmuş birincil narsisizmin tekrar yapılandırılmasına ve bir ideal benlik/benlik ideali oluşmasına yardım etmiştir. Sonra bu benlik ideali Cumhuriyet’in kuruluşu ve diğer devrimlerle toplumun önüne yansıtılan amaçlar haline gelmiştir. Atatürk, artık yeni bir kimliğe sahip olan bu bebek toplumun hem atalarıyla hem de kendi üstbenliğiyle özdeşleşmesine ve Oidipal-simgesel düzene geçmesine olanak sağlayacak adımları atmıştır. Mustafa Kemal’in, Atatürk soyadını alarak da pekiştirdiği bu “baba” rolü sayesinde Cumhuriyet’in kurulduğu ve ölümüne kadar olan dönemde Türk halkı büyük ölçüde Oidipal düzeyde işlev gören bir grup olarak ilerlemesine devam edebilmiştir.

Sonrasında günümüze kadar gelen süreçte Türk halkının yapısı nasıl bir dönüşüme uğradı? Bu soru da başka yazıların konusu olarak aklımızda bulunsun.

Kaynakça

Aulagnier, P.(1979). Les destins du plaisir:Alie’nation, amour, passion. Presses Universitaires de France.

Chasseguet-Smirgel, J. (1985). The Ego Ideal: a psychoanalytic essay on the malady of the ideal. ( Paul Barrows, trans.) Free Association Books. (original work published in 1975).

Erdoğru, M. A. (1998). Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Fikri. Bodrum’da 1998’de verilen konferans.

Freud, S. (1923b). The Ego and the Id. S.E, 9, s: 1-66.

Freud, S. (1914c) On Narcisism: An Introduction. S.E, 14, s: 67-102.

Freud,S. (1921c). Group Psychology and analysis of the Ego. S.E,18, s: 65-143.

Giritli, İ. (1995). Atatürk ve Cumhuriyet. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 11(33) , 779-807.

Gazi Mustafa Kemal (1927). Nutuk. Kaynak Yayınları, 2015; s: 31.

Lacan, J. (1966). E’crits.Seuil.

Lagache, D. (1961). La psychanalyse et la structure de la personnalite’. In Oeuvres 4, 1956-1962.Presses Universitaires de France,1982.

Nunberg, H. (1955) Principles of Psychoanalysis. International Universities Press.

Rosenfeld, H. (1962). The superego and the ego ideal. International Journal of Psychoanalysis, 43, 258-263.

Sandler, J. et al. (1963). The ego real and the ideal self. Psychoanalytic Study of the Child. 18, 129-174.


* Berrak Ciğeroğlu, psikiyatrist ve psikanalisttir. IPA, IPTAR üyesi ve Psike istanbul kurucu üyesidir. New York(ABD)’ta serbest çalışmaktadır.

Yorum bırakın