Bir Yalancı Psikanalizden Geçirilebilir mi?

Edna O’Shaugnessy

Edna O’Shaughnessy *

Çeviri: Yücel Yılmaz **

Yalan söylemek yaygın olmasına rağmen üzerinde çok az çalışılmıştır. Birçok yalancı ve yalan türü vardır ve bu makale, psikanalizin şimdiye kadar çok az cesaret ettiği bir türü, yalanı alışkanlık haline getirmiş kişiyi (habitual liar) incelemektedir, çünkü karakteristik olarak doğruyu söylemekten ziyade yalan söyleyen bir yalancı, psikanaliz için çok uygunsuz bir özne gibi görünmektedir.

Yalanı alışkanlık haline getirmiş bir kişi psikanalizden geçirilebilir mi?  Bu soruyu düşünen bir analist hemen bir paradoksla karşılaşır. Psikanaliz doğruluk üzerine kuruludur, ancak bir yalancının kendisi olabilmesi için analizinde yalan söylemesi gerekir, böylece başlangıçta analizi imkânsız hale getirebileceğinden korktuğumuz temel bir çelişki ortaya çıkar. Bunun tam tersi bir yanıtımız da var. Yalan söylemek de diğer semptomlar gibi bir rahatsızlık belirtisidir ve dahası, psikanaliz her zaman insanın çeşitli gerçek dışılık biçimlerine -inkâr, reddetme, yanlış anlama, çarpıtma, sanrı- ihtiyaç duyduğunu kabul etmiş ve bunlarla çalışmaya hazır olmuştur. Peki neden yalan olmasın? Aslında literatürde yalan söylemekle ilgili çok az şey vardır- pseudologica phantastica durumu (örneğin Deutsch, 1922); (Fenichel, 1939); (Hoyer, 1959), suçluluk (örneğin Karpman, 1949), inkâr savunması (Anna Freud, 1966), evlat edinilme düşlemleri (Sherick, 1983), düşünme (Bion, 1970) ile bağlantılı olarak. Blum (1983) klinik olarak bir hastanın “şaşırtıcı bir şekilde analiz edilebilir olduğu kanıtlanan” tek bir merkezi yalanını ve Bollas (1987) ise yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş birini anlama girişimini anlatmaktadır. Biz analistler, Yalancının Mantıksal Paradoksu’nu söylem türleri ve düzeyleri kuramıyla çözen filozoflar gibi olamaz mıyız ve eğer biz de düzeyi -bu durumda duygusal düzeyi- doğru anlayabilirsek, yalancılığı alışkanlık haline getirmiş birisini anlamayı ve analiz etmeyi başaramaz mıyız? Benim görüşüm, daha sonra tartışacağım gibi, yalancı ile psikanaliz arasında temel bir antagonizma olduğuna dair korkularımız haklı ve aktarım sorunları ciddi olsa da bunu yapabileceğimiz yönündedir.

Kendini konuşmada gösterdiği için, yalan söylemek nispeten olgun seviyede bir patoloji gibi görünebilir. Ancak analitik inceleme, yalanı alışkanlık haline getirmiş kişinin yalan söyleyerek analize getirdiği temel sorunun ilkel seviyede olduğunu ve öncelikle önermelerin doğruluğu ve yanlışlığını değil, nesnelerinin doğruluğu ve yanlışlığını, yani sahiciliklerini veya hilekârlıklarını içerdiğini ortaya koymaktadır. Tezimi M’nin analizinin başlangıcını anlatarak açıklayacağım. M, yalan söyleyen bir nesneyle özdeşleşen bir yalancıdır. Yalan söylemesi, kendisini ve nesnelerini bunaltmasından ve hakikat yerine yalanları ifade etmesinden korktuğu iletişimi hakkındaki derin şüpheleriyle bağlantılıdır.

Ön görüşmede M oldukça çekiciydi. Gelecekte psikanalist olarak eğitim alabileceğini umduğunu söylemek dışında kendisi hakkında konuşmak istemiyor gibiydi. Pratik şartları, seans saatlerini, ücreti, analitik tatilleri ve başlangıç tarihini kibarca kabul etti. Görüşmenin sonuna yaklaşırken, hafif bir sesle odayı ve ötesindeki mahalleyi işaret eden bir jestle sordu: “Burada iletişim (communication)[1] var mı? Bilinçli olarak “Otobüs, tren vs. var mı?” demek istemişti ama yüzüne baktığımda o kibar genç adamın yerinde, şimdi kendisiyle benim aramda iletişimin mümkün olup olamayacağı konusunda neredeyse panik içinde olan birinin durduğunu gördüm.

M ile ilk seanslar tam bir şoktu. Kargaşa, ön görüşmenin pürüzsüzlüğüyle tam bir tezat oluşturuyordu. M bana hızlı ve net olmayan konuşmalar ve gergin sessizlikler verdi, her ikisi de bana seanslar içinde ve arasında süren neredeyse ezici bir kargaşa yansıttı. Duygusal durumu yoğun kaygı ve yoğun heyecan arasında gidip gelirken, M’nin kendisi de analizin kendisi üzerindeki etkisinden şaşkın, benim üzerimdeki etkisinden ise dehşete düşmüştü. İlk olarak, davranışları, sözleri ve her şeyden önce söz öncesi düzeyde canlı ve spesifik yansıtmalarla ilettiği kaygısını anlatacağım.

Kargaşa, M’nin iletişimlerinin durmaksızın dönüp dolaşması, anlamlarına ilişkin acı verici bir belirsizlik ve aynı zamanda akut güvensizlik ve kaygı biçimini aldı. M’nin muğlak konuşmaları arasında, yansıtmalı özdeşleşme yoluyla bana ilettiklerini doğrulayan birkaç net umutsuz cümle vardı. Örneğin, “Dönüp duruyor”, “Bundan hoşlanamazsınız”, “Yoğunluklarıma (şiddetime)  inanamayacaksınız” gibi cümleler söyledi.

Fırsat buldukça ona aşağıdaki satırları söyledim. Analizin başlamasıyla birlikte yaşadığı panik ve şaşkınlıktan ve bunun onu bu tedavinin kendisi için faydalı olduğundan nasıl şüpheye düşürdüğünden bahsettim. Yoğun duygularını bana aktarma ihtiyacından, böylece onları bilebileceğimden ve bundan hoşlanmayacağıma ve bunu yaparak bana zarar verdiğine olan inancından bahsettim. Ayrıca duyguları karşısında bunalacağımdan ve bunları tekrar ona boşaltacağımdan, böylece onun ve benim dinlenmeden veya rahatlamadan olduğumuz yerde sürekli dönmeye devam edeceğimizden korktuğundan bahsettim.

Her seansın gelişiyle birlikte kendimi M’ye umutla, istekle ve endişeyle yaklaşırken buluyordum ve endişemi göstermemeye çalıştığımı hissediyordum. Bu sürekli ve tutarlı karşıaktarım deneyimimden ve M’nin geçmişinde bana daha sonra anlattığı birçok olaydan, M’nin annesinin M’nin yoğun yansıtmalarını tutmak isteyen ama tutma kapasitesinden yoksun bir kadın olduğuna ikna oldum. Tedirginliğini gizlemeye ve çocuğuna iyi bir görüntü vermeye çalışmış olabilirdi, ancak çocuğu buna kanmamıştı; annesinin dış görünüşü ile iç gerçekliği arasındaki zıtlığın farkındaydı. M’ye analize çocukluğundan beri içinde olan şeyi getirdiğini söyledim: Annesinin ona karşı tedirgin olduğunu hisseden bir çocuktu ve annesinin tedirginliği onu panikletmişti, tam da analizin şu anda onu etkilediği gibi. Ben de ona, birlikte yanlış yaptığımızı bildiğini ama benim bir anne olarak kendime bile, yanlış yapmıyormuşuz gibi davrandığımı düşündüğünü de söyledim. Yalan söylemesi henüz analizde yer almadığı için bunu böyle adlandırmasam da ben zaten aktarımda M’nin birincil yalan söyleyen nesnesi, gerçekten anne olamayan annesi görünümündeydim.

M her seansta yüzümü, kıyafetlerimi, sesimi ve sözlerimi yoğun bir şekilde inceledi. Üçüncü hafta bir rüya getirdi. Bir manastırın içindeydi. Gözünü manastır kapılarının üzerinde bulunan küçük deliğe yaklaştırmıştı. Rüyasını anne olarak benimle olan ilişkisinin resmi olarak yorumladım. Hem içeride hissediyor hem de gözü bir delikteydi, ki bunun anlamı babanın onun için orada olmamasıydı; beni döne döne izliyordu, sürekli gözü bendeydi. Ben de bunu her seansta aslında beni, onun yoğun saldırısı karşısında içten içe bunalıp bunalmadığımı anlamak için yakından izlemesiyle ilişkilendirdim. M zor bir hastaydı. İletişimleri kaçamak ve belirsizdi; endişeli, heyecanlı ve değişken bir ruh hali vardı. Bazen kahkaha krizleri geçiriyor, bu krizler uzun sessizliklere dönüşüyor ya da sinsi ve alaycı saldırılara dönüşüyordu. Eğer çok fazla konuştuğumu düşünürse, beni bunalttığını ve bir delikten dışarı dökülmemi sağladığını hissediyor, böylece kendi deyimiyle ‘yoğunluklarını’ taşıyamadığım korkusunu doğruluyordu; eğer çok sessiz olduğuma kanaat getiriyorsa, çabalamayı bıraktığıma ya da öldüğüme inanıyordu. Her iki durumda da ben, bir başka deyişiyle, onu umutsuzluğa düşüren ‘sadece kendisini olmadığı gibi gösterenden ibaret birisi’ oluyordum. Gerçek bir analist değil de yalnızca bir ‘mış gibi’ birisi olduğuma dair korkusu yani ilksel nesnesinin sahici ya da gerçek bir nesne olmadığına dair kaygısı aktarımda ortaya çıkıyordu.

M’nin ilkel nesne ilişkilerinin doğası, yalan söylediği analizde açıkça ortaya çıktığında daha da netleşti. Yedinci haftada, kuzeninin yurtdışından geleceğini ve kuzeniyle onun uçuşunda buluşmak istediğini söyleyerek benden iki hafta sonraki Perşembe gününün saatini değiştirmemi istediğinde bu gerçekleşti. Birkaç seans sonra, kadının kürtaj için İngiltere’ye geleceğini söyleyerek talebini tekrarladı. Kadın, burada kimseyi tanımayan eski bir üniversite arkadaşının kız kardeşiydi ve onunla tanışıp ona yardımcı olması gerekiyordu. ‘Kuzenin’ ‘eski bir üniversite arkadaşının kız kardeşi’ haline geldiğini fark ettim (ama bir kuzen eski bir üniversite arkadaşının kız kardeşi olabilir diye düşündüm) ve aniden analizinin ilk haftasında, görüşmede kararlaştırılan Perşembe saatini farklı bir saat için değiştirdiğimi hatırladım. Saat değişikliği istemesinin, analizin ilk haftasında kendisinden Perşembe saatini değiştirmek istememle ilgili olabileceğini öne sürdüm. M sessiz kaldı. Ertesi gün talebini tehditkâr bir tonda tekrarladı ve kesin bir ifadeyle ekledi: ‘Kürtaj olmak isteyen kadının tek bacağı var ve insanlar tek bacaklı bir kadının kürtaj için Londra’ya gelmesini hoş karşılamayacaklar’. Kahkahalar atarak Londra Havaalanı’na gidiş ve dönüş sürelerini doğru hesaplamaya başladı. O sırada şaşkınlık içindeydim. Gerçekten bir kuzen var mıydı? Hepsi yalan mıydı? Hayal ve gerçeğin kafa karıştırıcı bir karışımı mıydı? 

Günler geçtikçe, saat değişikliği sıkıntılı bir meseleye dönüştü. Saatini değiştirmezsem gelmeyi bırakacağı konusunda ısrar etti. Kafamın karışmasının yanı sıra kendimi baskı altında ve manipüle edilmiş hissettim. Saatini değiştirmedim. Analizin ilk haftasında saatini değiştirmemle ilgili  kafasında bir imge olduğunu ve onun şimdi bu imgenin bir tür karikatürü olduğunu yorumlamaya devam ettim. Şimdi benim onun deneyimini yaşamamı istiyordu. Söylediğim gibi, onun zamanını değiştirmeye ‘ihtiyaç duyduğum’ yalanından şüphelendiğini söyledim; ona bir zaman verip sonra onu bu zamanın dışına atarak, deyim yerindeyse onu iptal ederek onu şaşırtmaktan ve incitmekten hoşlandığımdan şüpheleniyordu. Tıpkı şimdi beni zorlamaya çalıştığı gibi, o zaman da değişikliğimi kabul etmek zorunda ve zorlanmış hissetmişti. Ayrıca ona, edindiğim izlenime göre şu anda zaman değişikliğini talep eden kişinin tamamen kendisi olduğunu ve başlangıçta kendisinden zaman değişikliği talep edilen kişinin kendisi olduğu gerçeğinin artık onun için var olmadığını söyledim. Bu aşamada bana daha sonra söylediği şeyi, hayatının ilk birkaç haftasında memeden biberonla beslenmeye zor bir geçiş yaşadığını bilmiyordum. Geçmişindeki bu hakikat, bence ilk analitik zaman değişimiyle derin bir yankı buluyordu. 

Saat değişikliği talep ettiği gün M gelmedi. Gerçekte bir kuzeninin mi yoksa bir arkadaşının kız kardeşinin mi geldiğini asla öğrenemedim ve hala yalan söylemesinin merkezi önemini fark etmemiştim. M artık iki aydır analizdeydi ve ben onun sözlü iletişimlerinin başka bir niteliğine odaklanıyordum- çok işlevli olan muğlaklıklarına. Bu muğlaklıkla bana şüphe ve kafa karışıklığı yansıtıyor, ne demek istediğinden emin olamamama ve anlayamamama neden oluyordu; bu ruh halini ben ona yorumluyordum. Bu onun nesnesiyle ilgili kendi durumuydu ve bunu tekrar tekrar yaşamamı ve bilmemi istiyordu. Aynı zamanda onu anlamamı zorlaştırmak istiyordu; onu anlayabilmem için bana malzeme verdiği gibi, onu yanlış anlayabilmeme yol açmak için bana yanlış malzeme de sunuyordu ve sık sık alaycı ve güler yüzlü tavrıyla benden saldırgan yorumlar duymayı istiyordu. Düşmanlık, umut, korku ve savunma oldukça yoğundu. Onu anlayacağımı umuyor, iletişimlerine yanlış bir yanıt verilmesinden korkuyor ve bunu davet ederek kendini düşmanca ve mazoşistçe savunuyordu.

Temel kaygısını ön görüşmede kendisi formüle etmişti: “İletişim (ulaşım) var mı?” Üçüncü ayda kaygısını net bir rüyayla ifade edebiliyordu.

“İki domuzu bazı malzemelerle besliyordum; malzemelerin bir kısmı yiyecek, bir kısmı da çöptü. Domuzlar gerçek yiyecek ile çöp arasındaki farkı bilmiyordu. Her şeyi yediler. Sonra siyah bir köpek geldi ve rüyamda köpekle başa çıkmak için daha da büyük siyah bir şeyim vardı.”

Rüyasını şöyle yorumladım: ‘Beslediğin iki domuz, konuşmalarınla beslediğin beni temsil ediyor. Bu rüyada gerçek iletişimin ile diğer şeyler, yani saçmalıklar arasındaki farkı anlayamayacağım korkunu dile getiriyorsun’. M uzun bir süre sessiz kaldı. Konuştuğunda gerçek bir duyguyla konuştu  ve bunu kastettiğini anlayabiliyordum- ‘Çok şaşırdım. Domuzları kendiniz gibi yorumlayacağınızı hiç düşünmemiştim’. Dedim ki: ‘Bunu yapmış olmam sizin için benim rüyanızdaki her şeyi yutan domuzlardan farklı olduğum anlamına geliyor. Şu anda benim gerçeği çöpten ayırabildiğimi düşünüyorsunuz, ki bu sizin için önemli’.

Bu önemli bir andı. M’nin beni, yeni analistini, ‘her şeyi yutan’ figürlerden farklı olarak ilk kez tanımasıydı ve bu noktadan sonra, M kendisini anlayabilecek bir nesne olabileceğimi düşündüğünde, yalan söylemesi aleni hale geldi. Artık bana bariz yalanlarla saldırıyor, geçmişi ve güncel yaşamıyla ilgili şimdiye kadar anlattığı ‘gerçekleri’ şüpheye düşürüyordu.

Yalanları beni kontrolden çıkarmaya, ona yalancı demeye ve ona ahlak dersi vermeye kışkırtmak için alaycı bir şekilde söyleniyordu. Analitik bir duruş sergilemek ve o bana yalan söylerken edindiğim deneyimlere odaklanmak için çok mücadele etmek zorunda kaldım. Bana aldatılmışlık deneyimlerini hissettirdiğini, yalanlarını analizde zaten tespit edilmiş olan ve görmeye devam ettiğimiz şeylerle ilişkilendirdiğini yorumladım: Bunlar onu tuttuğunu iddia eden ama bunun yerine onu tedirgin eden ve kafasını karıştıran, ayırt ettiğini iddia eden ama bunun yerine ‘her şeyi yutan’ nesnelerle ilgili hayal kırıklıkları ve acılardı. Bunların hepsinin yalancı nesneler olduğunu düşündüğünü söyledim. M beni hem kandırılmış hem de kandırılıp kandırılmadığım konusunda şüphe içinde hissettirdi; zaman zaman kafam o kadar karıştı ki analitik çalışma imkânsız hale geldi ve güçsüzleştim. Bu aşamada (bunu daha sonra tartışacağım) bu şekilde dışa vurduğu nefretini analiz etmeye çalışmadım. Onunla dayanılmaz şüphe duyguları, bana ilettiği tehdit edici kafa karışıklığı ve çaresizlik hakkında konuşmaya devam ettim. 

M’nin aleni yalanları birkaç ay boyunca devam etti. Bana verdiği adres ve telefon numarasının bile sahte olduğu ortaya çıktı. Sokak rehberini kontrol ettiğimde böyle bir sokak olmadığını ve telefon numarasının da imkânsız bir kombinasyon olduğunu gördüm. Bunu kendisine söylediğimde, birçok seans boyunca sözlerimi duymazdan geldi. Sonra bir gün homurdanarak, karmaşık ve kaba bir sesle, ‘Aranıp seans yok denmesini istemiyorum’ dedi ve dediğim gibi güvensizliğini, onu istemediğime olan inancını ortaya koydu. Ayrıca kendisine doğru adresini ve telefon numarasını istediğimi söyledim. Talebimi görmezden geldi ve yalan söylemeye devam etti, nasıl tepki verdiğimi yakından izledi, isteğime bu kadar açık bir şekilde uymamaya devam etmesine katlanıp katlanamayacağımı görmek için beni sınadı. Sonunda, sekizinci ayda, dişlerini sıkarak açıkladı: ‘İşte gerçek adres ve telefon numarası. Ben çaba gösterdim. Bunu sizin için yaptım.’

M’nin malzemesi, bir yalancının çıkmazının ilkel doğasını ve yaygınlığını göstermektedir. Yalanı, ön görüşmede, kendisini reddedecek bir sahtekâr olduğundan şüphelendiği müstakbel analisti etkilemek için kibar sahte yüz ifadesiyle başlar. İçselleştirilmiş birincil nesnesi gibi analistin de -mış gibi yapacağından, ancak onunla kuracağı ilişkiyi dürüstçe bilemeyeceğinden ya da buna katlanamayacağından şüphelenir ve korkar. Analiz başladığında, M bir uyarılmışlıkla yalan söyler (ki bunu henüz ele almadım) ve iç dünyasındaki birincil nesne ilişkilerini dışarıya aktarır. Yoğun bir şekilde muhtaç ve çok endişeli olan M, yoğunluklarını ve endişelerini alan (bu onun için aşılamaz bir duvar değildir), ancak bunları değiştirme ya da kapsama kapasitesinden yoksun olan nesnesini istila eder ve tedirgin eder. Bu nedenle M’de ya da içsel durumunu dış cephe ile içsel kargaşa arasında bir bölünmeyle maskelemeye çalışan nesnesinde denge sağlanamaz.

Klein’ın (1952) ve Bion’un (1962) hipotezlerine göre, bir bebek kendisini besleyecek, temizleyecek, ısıtacak vs. ve aynı zamanda iletişimlerini alıp daha iyiye dönüştürecek, yani onu anlayacak iyi bir nesneye dair doğuştan gelen bir beklentiye sahiptir, o halde gerçek deneyim beklentinin çok altında kalırsa, bebek nesnenin doğuştan gelen önkavrayışının (preconception) sahici bir gerçekleşmesi olup olmadığı konusunda şüphe duyabilir. Benim görüşüme göre, M bu anlamda, kaygısını hafifletmeyen ancak artıran nesnesinin doğru (true) bir örnek olduğundan emin değildi. Dahası, nesnesinin aldatıcı bir görünümü (yani sahte bir yüzü) olduğu için gerçek (true) olmadığını da biliyordu. Bununla birlikte, M çoğunlukla gerçekleri bilebilecek durumdaydı ve iletişiminin değişmez özelliği, yalanlar ve kesin bilgilerin (saatini değiştirmek istediğini hatırlayın) karışımıydı, yani saatini değiştirdiğim için beni sahte (false) olarak görürken, bunu yapmamın gerçek bir nedeni olabileceğini de bilebilecek durumdaydı. Aynı şekilde, bence M, birincil nesnesinin sahte yüzünün, en azından kısmen onun için endişelendiğinden -onu daha fazla tedirgin etmemek için- dışa dönük bir soğukkanlılık girişimi olduğunun farkındaydı. Birincil nesnesi bu ve diğer pek çok açıdan tam bir sahtekâr değildi. Bu iddia, iyi bir nesneye duyduğu nefretten ve aynı zamanda kendisini bir paranoyanın basitliğine ve doğruluğuna iterek şüphelerinin, kaygılarının ve suçluluk duygusunun sıkıntısından kurtulma çabasından kaynaklanan bir yalandı. 

M’nin nesnesinin yetersizliği karşısında yaşadığı hayal kırıklığı, nesnesinin sahte ve kendini maskeleyen aldatıcı görünümünün farkına varması, nesnesinin iyi yönlerine saldırması, yardım etmeyi reddetmesi ve nesnesinin olumlu kapasiteleri hakkında yalan söylemesi gibi çeşitli sebeplerden ötürü nesnesi onun için bir yalana, neredeyse sadece gösterişten ibaret birine dönüşüyordu. Temel güven yerine, M’nin temel şüpheleri vardı.

Analizin ilk aylarındaki nefretini yorumlamadığımı daha önce belirtmiştim, ancak ilk yılın sonuna doğru daha az tedirgin ve heyecanlı hale geldiğinde ve gürültülü yansıtmaları durduğunda, yalanlarının şiddetli nefreti ifade eden yönüne de odaklanmaya başladım. Yalanlarla, çelişkilerle, belirsizliklerle analitik işlevime yaptığı saldırıları, zihnime girip onu allak bullak ve kendinden emin olmayan hale getirmedeki güç ve başarı hissini ve onunla çalışamaz hale gelmemi izlemekten duyduğu hazzı yorumladım. Bu onun geçmişinin aktarım yoluyla yeniden özetiydi. Bana annesinin onu emziremediğini, sonra da kendi deyimiyle ‘savaş yüzünden’, bilinçli olarak İkinci Dünya Savaşı’nı, bilinçdışı olarak da kendisinin annesine karşı açtığı savaşı kastederek, annesinin onu tatmin edecek bir ikame süt bulamadığını söyledi. M benimle savaş halindeydi. Onu analiz edemeyeceğim bir ortam yaratmayı amaçlıyordu ve gittikçe daha belirgin hale gelen şey, aramızdaki hakiki iletişim ve anlayış örneklerini, gerçekten iyi olduğumda bunu kabul etmeyi reddeden sessizliklerle karşılamasıydı. M iki kez engelliydi. Doğası gereği sevgi ve nefreti yoğundu, aşırı düşmancaydı; “istilacıydı”; hayal kırıklığına (özellikle beklemeye ve değişime) kolay tahammül edemiyordu. Buna ek olarak, onu besleyen nesne onu tutamayacak kadar zayıf görünmekteydi ve bu da yoğunluğunu, kaygısını ve aşırı yansıtma kullanımını artırmaktaydı.

Melanie Klein’ın gelişim kuramları açısından, yalan söyleyen nesne, normalde bir bebeğin deneyimlerini iyi ve kötü olarak kutuplaştırdığı paranoid-şizoid konumun bir malformasyonu olarak anlaşılabilir. Ancak M iyi nesnelerden (good objects) yoksundu ve bunun yerine şüpheli nesneler (suspect objects) ile kötü nesneler (bad objects) arasında bölünmüştü. M’nin sorunları, iyi ve kötü arasında temel bir ayrım yapmadaki başarısızlıktan kaynaklanan diğer erken dönem patolojilerden farklı olsa da onlara yakındır.  Örneğin bir şizofren, M’nin aksine, iyi olduğu varsayılan nesnenin bir sahtekâr olup olmadığından şüphelenmez; öyle olduğunu bilir. Yalan söylediğine, örneğin beslediğini iddia ederken zehirlediğine ya da yardım edecekmiş gibi görünürken işkence ettiğine ikna olmuştur. Onun dünyasında yalnızca farklı türde kötü nesneler (bad objects) vardır. M’nin yalanı bence şizofrenik yalana ışık tutmaktadır. Bir şizofren yalancı olduğunu bildiği bir nesneyle özdeşleşerek yalan söyler. Bununla birlikte, M gibi bir yalancı kendisini yalanlarına geçici olarak inandırabilirken, şizoid durumlarda olduğu gibi, zihinsel bağlarını sürekli olarak koparmaz. Hakkında yalan söylediği gerçeklikle bağlarını korur ve yalanlarının neden olduğu düşmanlık ve verdiği zarar, hissettiği korku ve suçluluk duygusunu artırır. Kaygısının yüksek olması, suçluluk duygusunun erken yerleşmesi, zulmedici ve depresif duygular üzerinde çalışmayı çok kısıtlı miktarda mümkün kılan nesnelerle birlikte oluşun sonucu olarak, M’nin kendisi ve nesneleri hakkındaki erken kaygıları büyük ölçüde değişmeden kalmıştır. Derinliklerinde hala dönüp durmaktaydı ve analize başladığında, birincil nesne ilişkilerinin bu neredeyse dayanılmaz yükünü ve bunlar hakkında iletişimin mümkün olup olmayacağına dair şüphelerini endişe ile seanslarına getirmekteydi.

M gibi bir hasta hayatla nasıl başa çıkar? Nesneleri gibi o da kamusal bir aldatıcı görünüm (public facade) inşa eder. Kendini içsel kargaşasından koparır ve kendisinden istenenleri dışsal olarak ustalıkla ‘eşleştirir’ (onun deyimiyle). Derinliklerinden kopuk olan bu dış görünümü  incedir ve yalnızca ilişkiler yüzeysel düzeyde sorunsuz ilerlerken sürer. Kısa süre sonra nesnesinin de aynı şekilde bir dış görünüşe sahip olduğundan şüphelenme eğilimine girer ve istenmediği, eleştirildiği vb. konusunda endişeye kapılır. Akut kaygı yansıtmaları yeniden başlar ve düşlemde, nesnesinin içini dikkatle incelemek ve ondan ihtiyacı olanı almak için onu kontrol etmek üzere onu istila eder. M’nin sürekli olarak arkasına saklandığı ve nesnelerini iletişimle değil yalanlarla karşılayan yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş biri olmasını mümkün kılan yalancı bir nesneyle (lying object) yoğun bir yansıtmalı özdeşleşmeye dayanan, çözümsüz, aşırı müdahaleci nesne ilişkilerinin tüm döngüsü yeniden başlamıştır.  

Ancak yalanlarıyla kendi benliğini ve şüpheli nesnelerini daha da zarar verip yok ettiği için, yalanlarının yarattığı haz ve heyecan olmasa, artan korku ve suçluluk duygusu altında dağılıp parçalanacaktır. Başından beri analizinde açıkça görülen bu heyecana şimdi dönmek istiyorum. M, yalanı nesne ilişkilerini erotize etmek için kullanmış ve her şeye gücü yeten düşlemi daha sonra bunları sadomazoşist bir partnerliğe dönüştürmüştür. Bir psikanalizde yalan söyleme rezaletini işlemek ve analistini partneri olmaya zorlamak onu son derece heyecanlandırmaktadır. Bu heyecan onu canlandırır, korku ve suçluluk duygularından uzaklaştırır. Bununla birlikte, yavaş yavaş, eziyet çeken nesnesiyle özdeşleştiğini hissetmeye başlayacak ve ardından suçluluğunu hafifletmek ve savuşturmak için mazoşist tatmin ihtiyacı zorunlu hale gelecektir. Yalan söylemesi, kendi hakikat içgüdüsünü ihlal ettiği için, ona mazoşist bir tatmin sağlıyordu. Ayrıca, ona yalancı demem, onu analizinden atmam vb. için beni kışkırtacak şekilde yalan söyleyecek ve böylece benim sadist olmamı sağlayacaktır. M seanslar sırasında sık sık mazoşist düşlemler içinde kayboluyor ve benden şiddet dolu sadistçe dayaklar şeklinde yorumlar duymak için can atıyordu. Analizin ilk aşamalarında nefretini yorumlamamamın nedeni buydu. Öldürücü bir üstbenlikten duyduğu korku, nefretinden söz etmeye yönelik bir iki girişimimden sonra anında çark edip uzaklaşmasına ve söylediklerimi mazoşizminin somut bir doyumu olarak yanlış anlamasına yetmişti. Yine de ertelemekte haklı olduğumdan emin değilim; yalan söyleyerek dışa vurduğu nefreti yorumlamamak, bunu fark etmeyeceğimden ya da fark edemeyeceğimden korkmasına neden oldu ve benim mazoşistliğime olan inancını da artırdı.

Şimdilik M’den ayrılmak ve daha az ayrıntılı olsa da başka bir hastayı, L’yi tartışmak istiyorum. L’nin aşağıdaki rüyası, sadomazoşizmin yalancılığın tehdit edici unsurlarından kaçmak ve bunları değiştirmek için nasıl kullanılabileceğini göstermektedir.

L rüyasında bir arkadaşıyla tatile gittiğini görür. Yüksek bir tepededirler, bir vadiye bakıyorlardır ve tüm manzara ışıltılı bir şekilde güzeldir. Tatilin amacı aşağıdaki vadiden geçen külüstür bir arabayı izlemektir. Rüyada L arkadaşından ayrılır ve rüyada belirsiz olan başka biriyle, vadiye bakan tepenin üstündeki özel bir yürüyüş yolunda gezinir ve külüstür arabanın geçmesini bekler. 

 L, M’den farklı bir tarzda olsa da yalancılığı alışkanlık haline getirmiş bir başkasıydı. L, adres, telefon numarası, geçmişi, hatta hileli iş ve kişisel ilişkileri hakkında bile, duygusal sonuçlarına gelene kadar doğru konuşurdu ancak, ne zaman yanıltıcı ifadeler ve çıplak yalanlar içinde konuşursa, söylediklerini yanlış kaydederdi. Yukarıda anlatılan rüyadan önceki seanslarda L heyecanlı ve aynı zamanda çok endişeliydi. İçinde dolandırıcı, riskli bir finans ortağının adının geçtiği konuşmaları çelişkili ve yalanlarla doluydu. Sıkıntılı olduğunu biliyordum ama onu anlayamıyordum. Tehlikeli bir durum yaklaşıyor muydu, yaklaşmıyor muydu?

Rüyası, şu andaki aktarımın resmidir. Tepenin üzerinde, beni, aşağıdaki külüstür arabayı, başına gelenlerin yanından geçerken izlemenin heyecanını yaşıyor. Rüyasında, terk ettiği kaygılı benliğini temsil ettiğini düşündüğüm arkadaşından ayrılıyor ve analistini temsil ettiğini düşündüğüm başka birini (rüyada belirsiz) yanına alarak bir ‘yürüyüş yoluna’ çıkıyor; tam da çelişkili yalan malzemesinin bizi gerçek kaygı durumundan uzaklaştırdığı gibi. Mesele, asıl heyecan ve tüm güzellik analistinin geçip gidişini izlemektir. 

Bu tam olarak onun geçmişiydi. Ailesi tarafından duygusal olarak gerçekten göz ardı edilmişti. Örneğin, ilk yatılı okulunda acımasızca zorbalığa uğramış ve bunun sağlığı üzerinde gözle görülür etkileri olmuş, ancak ailesi hiçbir önlem almamıştı. Okul doktorunun ısrarıyla bulunduğu okuldan aldırılması sonucu kurtarılmıştı. Bence ailesi, bebeklik ve küçük çocukluğu döneminde yaşadığı duygusal zorlukları görmezden gelmeyi tercih ederek onu daha önce hayal kırıklığına uğratmıştı. L’nin rüyası, onun çektiği acıyı gören ama görmezden gelen ebeveynlerinin çaresiz durumunun, acı çeken kendisinden ‘uzaklaşmasıyla’ nasıl daha da kötüleştiğini (örneğin tatillerde okuldaki olaylar hakkında onlara yalan söylemişti) ve bu iki kat çirkin durumun, onları yalanlarla manipüle ederken ve onların yok oluşunu izleyip beklerken -aynen bana yaptığı gibi- nasıl sapkınca güzel ve heyecan verici sadist bir zafer sahnesine dönüştüğünü ortaya koymuştu.

L için çıkarımları dürüstçe hesaba katmıyor olmak en birincil yalandı. İş dünyasındaki bir dolandırıcılığı anlattıktan bir iki dakika sonra kendisini hissedarlarına karşı dürüst davranan biri olarak tanımlaması ya da bir ortak yöneticiyi soğuk, kendisine düşman, güvenilmez biri olarak tanımladıktan sonra onun sıcak dostluğuna güvenebileceğini söylemesi gibi sayısız örnek anlatıyordu. Sık sık şirket ofislerinin hiçbirinde güvenilir bir kelime işlemcisi olmadığından yakınırdı! Kendi kelime işlemcisi gerçeği güvenilir bir şekilde kaydetmekte başarısız oluyordu; herhangi bir baskı altında yalan söylüyor, ‘geçiştiriyor’ ve benim de onunla aynı şekilde konuşmamdan korkuyordu. L ile çalışmamın temeli, M ile olduğu gibi, birincil yalan söyleyen nesne ile olan ilişkisinin sonuçlarını analiz etmeye çalışmaktı; L’nin durumunda, bu, dıştan iyi görünen ama içten şefkatsiz olan acıdan ya da sıkıntıdan kaçmak için her şeyi yapan ve söyleyen bir nesneydi. L’nin nesnesi, zayıf olan, kaygıyı değiştirme kapasitesinden yoksun olan ve kendi kaygılarını gizleyen M’ninkinden farklıdır. L’nin nesnesi suçlu oluşa daha yakındır. Acımasızdır. Kaydeder ama kaydettiği şeyin acısını ve sıkıntısını görmezden gelir ve reddeder.

L ve M’de alışkanlık haline gelen yalan söyleme, her şeye gücü yeten bir dil ya da penis anlamına gelmekteydi, bu da nesnelerini onların girişine ve kontrolüne açmakta ve böylece kaygılarını ve acılarını sadomazoşistik bir heyecanla ‘çözüyor’ olmalarına hizmet etmekteydi. Öte yandan yalanları kontrollerinden çıkma ve onları kontrol altına alma eğilimindeydi. M’nin analizin başlangıcındaki davranış ve konuşmaları yalanlarla doluydu; neredeyse hiç doğruyu söyleyemiyordu. L psikanalize başladı çünkü artan bir heyecan içinde, hileli bir şekilde kendini olduğundan fazla göstermekten kendini alıkoyamıyor ve aynı zamanda zihinsel ve finansal bir iflasa doğru gittiğini görüyordu.

L, onu yeni ‘entrikalar’ kurmaya iten kaygı durumlarına aşinaydı. Bir sonraki seansta ben ve sanırım o, kaygısını, rüyasında külüstür arabanın geçip gitmesini beklemesini, benim geçip gitmemi zafer sarhoşluğu içinde beklemesi olarak anladığımızda suratı asık ve depresifti. Tanıdık bir önseziye sahip olduğunu ve ‘büyük bir harcama çılgınlığı yapmak’ ya da ‘bir anlaşma başlatmak’ istediğini bildiğini söyledi. Ayrıca başka bir rüya daha anlattı.

Rüyasında bir kutlama partisi için bir kulenin tepesine çıktığını görmüştü. Bütün basın ve televizyoncular oradaydı. Birden partiden ayrılıp aşağıdaki arabasına inmesi gerektiğini hissetti, arabasını farları açık bir şekilde park ettiğini hatırlamıştı.

L’nin kasvetli ve çökkün halinden, çoktan bir önceki rüyasındaki, yani iç dünyasındaki aküsü bitmiş, içinde hayat olmayan ve analistiyle ilişkilendirdiğim külüstür arabanın durumuna düştüğü açıktı. Rüyası, zaferini kutlarken nasıl yüksekte olduğunu, nesnesini hatırladığını ve aşağıya inmesi gerektiğini resmediyordu. Aşağı indiğinde, kendini tamamen onunla özdeşleşmiş, dümdüz ve kasvetli bir önsezi halinde hissediyordu. Ama bu kasvetli çökkünlüğü ile bir önceki günkü seansta sergilediği acımasız taktikler arasındaki bağlantıyı bilmek istemiyordu. L, önceki günkü rüyasında külüstür bir arabanın, bugünkü rüyasında ise başka bir arabanın yer aldığına dikkatini çeken, bunların anlamlarını birbirine bağlayan ve çökkünlüğünü kendisi ile analisti arasındaki duygusal olaylara bağlayan bir dizi yorumu görmezden geldi. Zaten kendisiyle bir anlaşma yapıyordu ve benimle de yapmaya çalışıyordu. Mazoşist bir şekilde, önsezilerine, kaygılarına ve yaşadığı suçluluk duygusuna tek başına katlanması için onu terk etmemi istiyordu. Büyük bir harcama çılgınlığı yapacağından bahsetmesi de yalandı. İkimizin de çok iyi bildiği gibi bunu asla yapmazdı; kendisiyle benim aramda yapmaya çalıştığı gibi, yeniden sadistçe bir yükselişe geçmek için -M’nin mazoşizmi baskınken, L’nin sadizmi baskındı- kendisine ve yanıltıcı iletişimleriyle acımasızca kandırdığı nesnelerine ödettiği gerçek duygusal bedeli hesaba katmadan ucuza pazarlıklar, cambazlıklar ve anlaşmalar peşindeydi.

Yalancının iletişimi tahrif etmesi, bozması, yoldan çıkarıp sapkınlaştırması bir dizi yalanı daha içerir. Bu yalanların anlamı, yalan söylenen sahnenin -L’nin tepede külüstür arabanın geçişini izlediği rüyasının terimleriyle- ‘ışıltılı bir şekilde güzel’ oluşudur. Yalan söylemekle ilgili bu yalanlar, onun karakterindeki bozulmanın, yozlaşmanın, çürümüşlüğün merkezinde yer almaktadır. Tüm ‘kötü karakterli’ yalancılar gibi L de yalanın baştan çıkarıcı yıkıcılığına dair narsisistik bir idealizasyona sahipti. L narsistik bir şekilde öfkeleniyordu ve bunun da ötesinde, onun ruhsallığında ışıltılı güzel sahneler, ‘yüksek teknoloji’ mobilyalar, baştan çıkarıcı doğulu dansçılar vb. ile temsil bulan, yalanı idealize etme yönünün iyice ortaya çıkmasından dehşete düşüyordu. Bunun üzerine analizde uzun bir süre boyunca, bu tür bir maruz kalma durumunun duygularından uzaklaşıyor ve genellikle analiz hakkında kamuya açık yerlerde yalanlar yayarak analize karşı yönde bir hareket başlatıyordu. Hem M hem de L’nin analizlerinde, bu idealleştirmenin aynı zamanda birincil yalan nesnelerine duydukları sevgiyi onların zararlılığını idealleştirerek ifade etmeye yönelik karışık bir girişim olduğunun ortaya çıktığını da eklemek gerekir.

Ele aldığım yalancı tipinin psikopatolojisinin üç yapısını bir triad olarak şu şekilde tanımlayabilirim; (1) eksik (deficient) bir birincil nesne, (2) hastada güçlü bir yıkıcı içgüdü ve (3) genel bir sapkınlık katmanları. Onun ‘kötü karakteri’, yalancı nesnelerle özdeşleşmesinin ve kendi yıkıcı dürtülerinin bir araya gelmesinden ibarettir. Rosenfeld (1971) tarafından tanımlanan ve incelenen narsisistik örgütlenmenin özel bir biçimini sergiler ki burada yalancının kişiliğine hükmeden idealize edilmiş yıkıcı kendiliktir. Yalan söylemesi bir karakter sapkınlığı ve insanlarla arasındaki iletişimin sapkınlığıdır. Örneğin Gillespie (1940) ve Glasser (1979) tarafından tanımlandığı gibi bu kişilikler için işlevlere sahiptir ve Joseph (1981) tarafından tanımlandığı gibi analizi etkilemektedir (gerçek/güncel (actual) ve karakter sapkınlığı arasındaki ilişki meselesini bir tarafa bırakıyorum).

Bir yalancı psikanaliz edilebilir mi?  Şimdi bu soruya makalenin ışığında tartışmak için geri dönüyorum. Öncelikle, psikanalizin aşina olduğu inkâr, reddetme gibi hakikate aykırılık (untruth) biçimleri ile yalan arasındaki farkı belirtmek istiyorum. İnkâr vb. bir hastayı hakikatle temastan uzaklaştırır ve inkârın gücü yettiği oranda onu hakikatten koparır. Buna karşılık, bir yalancı yalan söylediğini bildiği için yalanları onu hakikatten tümüyle koparmaz. İnkâr, reddetme vb. gerçeği bilmemeye yönelik ruhsal bir ihtiyacı ifade ederken, yalan bir yanlışın kabul edilmesi ve sapkınca kullanılmasıdır. Sanırım başlangıçta korktuğumuz şeyin kökeni budur; yalancı ile psikanalist arasında derin bir bakış açısı zıtlığı vardır ve bu da terapötik bir ittifakın kurulmasını engeller ve analitik çalışmaya müdahale eder, nitekim M ve L’de de böyle olduğu kanıtlanmıştır.

Her halükârda, M ve L’nin yalan söylemesi, erken dönem nesne ilişkileri hakkındaki temel hakikatin bir an önce iletilmesi için bir araçtı. Benim görüşüme göre bu her şeyden daha önemlidir ve hasta ile analistin karşı karşıya kaldığı tüm ikilemlerin hepsine üstün gelip tümünü geçersiz kılar. Yalancı, bu makalenin de gösterdiği gibi, iki yüzlü bir sahtekâr olarak deneyimleyeceği bir analistle mevcut ruhsal yapısını terk etme riskini almak zorundadır. Bion (1970) ve Langs’ın (1980) gösterdiği gibi, kendisi ve nesneleri hakkında pek de uygun olmayan gerçeklere maruz kalma ve muazzam bir kaygı ve suçluluk duygusuyla temas etme riski ile karşı karşıya kalır. Ancak gelgelelim, analitik süreç ta en başta kurulurken bile söylenen yalanlar tarafından baltalanır. Bu ise analistin iç ortamına zarar verir. M ve L beni gerekli temel bilgilerden mahrum bırakarak zaman zaman çalışamaz hale getirmekle kalmadılar, daha da önemlisi, yalanları gerçekmiş gibi kabul etmemi sağlamayı başardılar, böylece farkında olmadan onlarla analitik ilişkinin sapkınlaştırılmasına ortak olarak,  canlandırma yapmış oldum (enactment) oldum. Söylediklerinin doğru olmadığı halde nasıl doğru olduğunu sandığımı ve aslında yalan olan bir şeye karşılık vermem için beni nasıl yoldan çıkardıklarını izleyebiliyorlardı ve tüm bunlar onların heyecanını ve her şeye kadir oldukları hissini artırıyordu. Daha sonra yoldan çıkmış bir kapsayıcıyı içselleştirdiler ve özdeşleşme içinde kendi zihin durumlarını ayırt etme ya da saklama becerileri azaldı ve sapkın başarılarına karşı üstbenliklerinin düşmanlığıyla kaygıları daha da arttı. Bundan başka, söylenen yalanlar hasta ve analist arasındaki iletişimi temelinden sarsıp yanlış yönlendirdiğinden, yalanı alışkanlık haline getirmiş yalancı sürekli olarak analistin sözlerine olan inancını zayıflatmakta ve derinlemesine çalışmak ve değişmek için gerekli olan temel aracını, kendi sözlerini, tahrip etmektedir (O’Shaughnessy, 1983).

Analistle temel bakış açısının çatışması, bu çatışmanın ardında yatan hastanın aşırı kaygıları, hastanın analistin iç dünyasına fiilen girerek onu değiştirmeye çalışması ve analistin yalancı bir partner olarak onunla ‘birlikte’ hareket etmesini sağlamaya çalışması ve hastanın hakikat taşıyıcıları olarak kelimelere sürekli saldırıda bulunması, bunların hepsi analitik süreci sekteye uğratıcı müdahaleler niteliğindedir. Bununla birlikte, yalancının işine gelen bir şey olduğunu düşünüyorum: Yalan söylediğini bildiği için, doğru nesne ilişkileri olabileceğini de bilir. Hem M hem de L, eksikliğini hissettikleri ve ihtiyaç duydukları bir düzeyde analitik olarak anlaşılma deneyiminden derinden etkilendiler ve bu deneyimi takdir ettiler. Bu onların kaygılarını azalttı ve yalan söylemeleri azaldı. Bir yalancı yalan söylemeyi asla tamamen bırakmayacaktır, çünkü bu onun temel savunmasıdır ve her zaman buna başvuracaktır. Bir yalancının ne ölçüde değişebileceği -ki kendi başına bir makale gerektiren bir konudur- her hastanın ruhsal yapısına göre değişiklik gösterecektir. Yalanın dayandığı temel düzey, yani yalancının bir yalan nesnesiyle özdeşleşerek yalan söylediği anlaşılabilirse ve aynı zamanda hastanın düşmanca söylediği yalanlar, hakikate ilişkin geliştirdiği farklı bakış açısı ve analistiyle iletişim kurmak için yalanı kullanırken duyduğu sapkın heyecan, bunların hepsi tüm somutluklarıyla analiz edilebilirse, en azından şundan eminim: Sahici bir analitik süreç başlatılabilir.

Özet

İlk bakışta bir yalancı, doğruluk üzerine kurulu bir tedavi olan psikanaliz için uygunsuz bir hastadır. Konuşmada ortaya çıktığı için, yalan söylemek olgun seviyedeki bir zorluk gibi görünebilir, ancak analiz bunun ilkel seviyede olduğunu, yalancılığı alışkanlık haline getirmiş kişilerin, çeşitli nedenlerden dolayı onlar için yalan nesneleri haline gelen birincil nesneleriyle iletişim konusundaki şüpheleri ve endişeleriyle bağlantılı olduğunu ortaya koyar. Beklendiği gibi, yalan söylemek analitik süreci zorlaştıran bir dizi soruna yol açmaktadır. Yine de bu makale, analizde ortaya çıkan yalanın temel düzeyinin, yalancının yalan söyleyen nesnesiyle (analiste aktarımıyla) özdeşleşerek ve bu nesne hakkında şiddetli bir kaygı duyarak yalancı olduğuna dair iletişimi olarak anlaşılması halinde, gerçek bir analitik sürecin başlatılabileceği görüşünü klinik olarak örneklemektedir.

Kaynakça

Bion, W. R. (1962). Learning from Experience. Heinemann.

Bion, W. R. (1970). Lies and the thinker In Attention and Interpretation. Tavistock.

Blum, H. P. (1983) The psychoanalytic process and psychoanalytic inference: a clinical study of a lie and a loss. Int. J. Psychoanalysis, 64, 7-33.

Bollas, C. (1987). Shadow of the Object: Psychoanalysis of the Unthought Known. Free Association Books.

Deutsch, H. (1982). On the Pathological Lie (Pseudologia Phantastica). Introduction by Paul Roazen. The Journal of the American Academy of Psychoanalysis, Vol. 10 (1982), pp. 369-386

Fenichel, O. (1939). The economics of pseudologia phantastica. Collected papers, 129-140.

Freud, A. (1966). Normality and Pathology in Childhood. Hogarth Press/ Institute of Psycho-Analysis.

Gillespie, W. H. (1940). A contribution to the study of fetishism. International Journal of. Psycho-analyis, 21, 401-415.

Glasser, M. (1979). Some aspects of the role of aggression in the perversions. In Sexual deviation (pp. 278-305).

Hoyer, T. V. (1959). Pseudologia fantastica: A consideration of “The Lie” and a case presentation. Psychiatric Quarterly, 33, 203-220.

Karpman, B. (1949). From the autobiography of a liar: Toward the clarification of the problem of psychopathic states. Psychiatric Quarterly, 23, 277-307.

Klein, M. (1952).  Some theoretical conclusios regarding the emotional life of the infant. Writings of Melanie Klein, III . Hogarth Press/Institute of Psycho-Analysis.

Joseph, B. (1981). Defence mechanisms and phantasy in the psycho-analytic process. Psychic Equilibrium and Psychic Change. Routledge, 1989

Langs, R. (1980). Truth therapy/lie therapy. International Journal of Psychoanalytic Pschotherapy, 8, 3-34.

O’Shaughnessy, E. (1983). Words and working through. The International Journal of Psycho-Analysis, 64, 281.

Rosenfeld, H. (1971). A clinical approach to the psycho-analytical theory of the life and death instincts: an investigation into the aggressive aspects of narcissism. International Journal of Psycho-Analysis, 52, 169-178

Sherick, I. (1983). Adoption and disturbed narcissism: a case illustration of a latency boy. Journal of the American Psychoanalytic Association, 31(2), 487-513.


[1] Burada “communication” kelimesi İngilizce’de ulaşım anlamıyla da kullanılmaktadır. –ç.n.


* Edna O’Shaugnessy (1924-1922). Britanya Psikanaliz Cemiyeti üyesi eğitim psikanalisti ve uluslararası psikanaliz camiasının önde gelen Kleincı analistlerinden biriydi.

** Yücel Yılmaz. Psikiyatr. Psikanalist Adayı. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Erenköy Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde psikiyatri ihtisasını tamamladı. Uluslararası Psikanaliz Birliği (IPA)’ne bağlı psikanaliz formasyon eğitimini Psike İstanbul’da sürdürmektedir. Özel muayenehanesinde serbest çalışmaktadır. 

Yorum bırakın