Edim’den Eylem’e Faillik Duyusu Üzerine Düşünceler. Ergenlik ve Eylemsellik.

PSİKANALİTİK KURAM VE TEKNİK

YAVUZ ERTEN*

Bu yazıda, derginin teması olan “eylemsellik” kelimesini kullanmamın sebebi herhangi bir eylem üzerine yazarken, onu sadece “eyleme dökme” olarak görmememdir. Söz konusu bu olgunun başka tanım, düzenek ve işlevleri olabileceğini düşündüğüm için eylemsellik kelimesi uygun bir çerçeve yaratıyor.

Eyleme dökme kavramının Freud tarafından yapılmış tanımı, onun 1905 yılında Dora’nın ruhsallığını açıklarken özel önem verdiği düzenek olarak betimlemesinden ve 1914 yılında hatırlama, tekrar etme ve derinlemesine çalışma dinamikleri bağlamında irdelemesinden günümüze kadar büyük oranda varlığını korumuştur. (Freud, 1905 ve 1914) Ancak bunun yanında dürtüselliğin geniş yelpazesindeki tüm eylemsellikler bu kavramla tanımlanmaya başlamıştır (Akhtar, 2009). Bu haliyle özellikle sınır durumları odak alan çağdaş yaklaşımlar için en temel özelliği dürtüsellik olan bir ruhsallık olgusundan bahsedebiliriz. Freud’un tanımındaki olgu, çatışmalı olduğundan bastırılan ve unutulan, dolayısıyla ruhsal olarak işlenemeyen, sözel olarak ifade edilemeyen, simgesel alanda kendine yer bulamayan malzemenin eylemle gün ışığına çıkmasıdır. Freud’dan sonraki kullanımlarda ise daha geniş anlamda bir eylemsellik vardır ve eyleme dökülen malzemenin çatışmalı olup olmadığı ve bu sebeple bastırılıp bastırılmadığı çok belirgin değildir. Bu durumdaki eylemselliğin spesifik olarak belli çatışmalara bağlı olması gerekmeyebilir. Eylemsel zihinselliğin ruhsal olarak işleme kapasitesinin düşüklüğü daha öne çıkan bir özelliktir. Belki bu sebeple 1973’te Joseph Sandler, Christopher Dare ve Alex Holder bu ayrımı yapmak için eyleme dökme’ye göre daha geniş tanıma sahip olabilecek “enactment” (canlandırma, sahneleme) kavramına ihtiyacı belirtmişlerdir. Onların bu düşüncelerini aktaran Salman Akhtar (2009) 1973’te olmayan bu ayrımın “enactment” kavramının yaygınlaşmasıyla yirmi sene sonra gerçekleştiğini söyler.[1]

Eyleme dökmenin dürtüsellik anlamında kullanılışı söz konusu olduğu zaman ele alınabilecek bir popülasyon ergenlerdir.[2] Blos (1967) bu durumu ergenlik çağında dürtülerin gücü artarken diğer yanda benliğin gücünün zayıf düşmesine bağlar. Benliğin gücü neden düşmektedir? Blos’a göre ergen artık çocuklukta olduğu gibi ebeveynlerin benliklerini kendi benliğine payanda olarak kullanmaktan vazgeçmektedir. Bu sebeple ergen artan dürtüsel zorlanma ve bu dürtülerin dış gerçeklikle ve üstbenlikle çatışmalarıyla kendi benliğine güvenerek başa çıkmak zorundadır. Ergenin benliğinin olgunlaşması, ebeveynin kuvvetlerine güvenerek değil kendi kuvvetlerini oluşturarak bu zorlukların altından kalkmasına bağlıdır. Yas ve Melankoli’de (Freud, 1917) temelleri atıldığı şekliyle Freudcu kuramda, benliğin gelişimi için önce nesnenin kaybı ve sonra nesneyle özdeşleşme kaynaklı içsel potansiyellerin devreye girmesi ve kaybı telafi etmesi gereklidir.

Blos ergenliğin eylemselliklerini doğru gerekçelere dayanan yanlış yöntem olarak değerlendirir. Çocuksu bağımlılıklardan kurtulma amacıyla füzelerin yer çekimini aşmak için kullandığı gibi şiddetli bir tepkime işlevseldir ancak yer çekimini yenmeyi amaçlayan patlamalarda bazen füze bunu yapamadığı gibi, kendisi de patlamadan zarar görür ve bu tepkimeler (patlamalar) özgürlüğe değil yeni bağımlılıklara ve sonu gelmez tepkimelere yol açabilir. [3]

Bu çağda eyleme dökmelerde bir gerileme unsuru da bulunur. Blos tarafından “Daha ileri atlamak için gerilemek” (“Reculer pour mieux sauter”) diye tanımlanan şekilde, ergen, çocukluk çağında oluşmuş olan bir travmayı, çatışmayı ya da saplanmayı sahneleyip yeni kapasiteleriyle onları değiştirmeye çalışır. Bu tekrar deneyimlemelerde benlik nesne ilişkilerinin eski sahnelerine hakimiyet kurmaya gayret eder. Bu tür hakimiyet kurma amaçlı gerilemeler bazı durumlarda kazanç yerine zararlara yol açabilir. Blos’a göre eğer erken dönem benlik zafiyetleri yoğunsa ergenlikteki gerilemeler psikotik kırılmalara neden olabilir.

Bu dönemde çocukluğun içselleştirilmiş nesnelerinden ayrılma ve onların yerine yeni nesneler koyma girişimi benliği zayıflatırken iç dünyada yalnızlık, açlık, kasvet ve iç sıkıntısına neden olurlar. Blos’a göre ergen bu duygulardan kurtulmak ve iç dünyasını heyecanlarla vitalize tutmak için her zaman çok adaptif olmasa da hareketliliğe yönelir. Onu sürekli yeni eylemlere yönlendiren bir uyaran açlığı içindedir. Ergenin iç dünyasındaki boşluk ve sıkıntıyı gidermek ve vitalize olmak için uyaran açlığı içinde eylemselliğe yönelmesi klasik, çatışma yönelimli eyleme dökmeye benzemez. Olası bir açıklama, ayrılmak için öldürdüğü içsel nesnelerinin yarattığı yoğun depresyona karşı manik bir savunma olabilir.

Kendi Yaşamının Yazarı Olmak

Eğer eyleme dökme başlığı altında ele alınabilecek her ruhsal tezahür bir çatışmaya bağlı olmayabiliyorsa ve genel dürtüselliğin bir boşalımı olarak veya duygulanımsal işleme kapasitelerindeki yetersizliklere karşı uyuşturan eylemler, manik savunmalar, vs. olarak ortaya çıkabiliyorsa o zaman ergenlik çağındaki bu eylemselliklerin ruhsal çatışma bağlantıları dışındaki dinamikleri üzerine daha fazla düşünmek gerekir.

Ergenlikteki bu eylemsel yönelimler ergenin kendi yaşamının yazarı olma çabasının sonucunda ortaya çıkıyor olabilirler mi? Bu soruyu psikanalizde son birkaç on yılda önemli bir kavramlar haline gelen “faillik” (agency) veya “fail kendilik duyumu” (sense of self agency) gibi kavramlar sordurur.[4] ve [5] Psikanalitik literatürde faillik üzerine yazılanlar incelendiğinde kavramın kısmen örtüşen iki farklı alanda kullanıldığı dikkat çeker. Birinci alan zihinsel ve bilişsel özelliklere öncelik verir. Birinci kullanımda, çocuğun öznel dünyası gelişirken, kendini bilişsel ve temsili olarak bir karar ve inisiyatif merkezi olarak görmesi ve bununla bağlantılı olarak, hareketlerinin öncesi ve sonrasını buna göre nedenselleştirmesi, öyküsünü bu perspektiften yazması ele alınır.

İkinci kullanım alanında ise çocuğun bu fail oluşu duygusal bir olgunlaşma düzeyinde yaşayıp yaşamadığı belirleyicidir. Zihinsel gelişim ruhsal olanın tamamına ermesi için gereklidir ama ruhsal olanın başarılması için yeterli şart değildir. Bir çocuk, ergen veya yetişkin kendini bilişsel düzeyde hareketlerinin seçimini yapan özne olarak bilir ama duygusal düzeyde -özellikle önemli ötekiler’le ilişkilerinde- bunu böyle deneyimlemeyebilir.

Failliğin psikanaliz literatüründe kullanımı, klasik metapsikolojiye bağlılıklarını sürdüren ana akım psikanaliz ekollerinden (Freudcu dürtü ve çatışmayı merkeze alan Klasik Ekol, Benlik Psikolojisi ve Nesne İlişkileri Ekolü) sonra ortaya çıkan ve ana akıma göre daha ayrıksı duran yeni uygulama alanları ve ekollerinde daha belirginleşir ve sistematikleşir: Psikanalizle komşuluğu ve işbirliğini sürdüren bebek gözlemleri, yenidoğan araştırmaları, zihinselleştirme literatürü, zihinselleştirme terapileri, Kendilik Psikolojisinden doğan yeni alt ekoller, Öznelliklerarasılık (Intersubjectivity) ve İlişkisel Psikanaliz.

Klasik metapsikolojiye bağlılığı sürdüren ana akım psikanalizde doğrudan faillik kavramı kullanılmasa da dolaylı göndermeler de yok değildir. Pollock ve Slavin’e (1998) göre psikanalizin klasik ekollerinde de faillik kavramını düşündüren kavramsallaştırmalar vardır. Freud’un bir zamanlar altbenliğin olduğu yerde benliğin olacağı önermesi (Freud, 1933) insanın iç dünyasında fail olmaya başlamasına gönderme olarak okunabilir.

Pollock ve Slavin (1998) faillik duyumuna ruhsallık-içi yapılar arasında bir yer aranırsa (Irene Fast ile kişisel iletişimlerine dayanarak) “ben-lik” taşıyan (I-ness) failliğe Benlik (ego), Ben-lik (I-ness) taşımayan failliğe Altbenlik (Id) denebileceğini iletirler.[6] Bu değerlendirme yapısal kuramı şekillendiren metapsikolojiye uygun düşmektedir çünkü Freud failliği kişiye değil ruhsal aygıta (benlik) bağlamıştır (Frie, 2008).

Sugarman (2018) failliği biraz da üstbenlik gelişimiyle bağlantılı görür ve yaptıklarının sorumluluğunu almak olarak niteler. Sorumluluk alamamayı sert ve arkaik üstbenliklere bağlar.

Seçim yapan özne faildir. Failler seçme kapasitesine sahiptirler. Stern (1985) iradi (volition) bir kendilik duyusu olmazsa kukla olacağımızı söyler. Faillikte var olan irade, motor eylemi önceler. Seçimler bir akıl yürütmeye sahiptir. Bunun yanında, klasik metapsikolojideki ruhsal determinizm kavramını ve bilinçdışının rolünü ve etkisini hesaba kattığımızda mutlak failliğin bir kurgu olduğunu kabul etmek gerekir. Buradaki zor felsefi soru, Freud’un ünlü önermesindeki, daha önce altbenlikken benliğin alanına kazandırılan ruhsallığın hâlâ psişik determinizme tabi olup olmadığıdır. Tabiyse bu farklı bir determinizm midir? Bu soruya kısaca bu yazının en son bölümünde döneceğim.

Tekrar yukarıda sözü edilen, çağdaş yaklaşımlarda ortaya çıkan iki tanım alanına dönersek, bu iki alan arasındaki fark bana psikanaliz literatüründe karşılaşılan ve zaman zaman kafa karıştıran iki kavramın arasındaki ilişkiyi düşündürüyor: Nesne sürekliliği (object permanence) (Piaget, 1937) ve nesne sabitliği (object constancy) (Mahler, Pine & Bergman, 1975).

Bu iki olgu ve onları tanımlayan iki kavram birbirinden farklıdırlar ama örtüşen tarafları da vardır. Nesne sürekliliği çocuğun anne imgesini, anne fiziksel olarak yokken de zihninde sürdürebilmesidir. Nesne sabitliği ise annenin birbirinden ayrışan özellikleriyle farklı şekillerde oluşan imgelerini bir araya getirebilmektir. Çocuk nesne sabitliğine ulaştığı zaman kızdığı, haset ettiği, misilleme yapmasından korktuğu -kötü- anne imgesiyle, yanında sakinleştiği, doyduğu, bütünleşmek istediği -iyi- anne imgesini yapıştırmayı başarır.

Zihinsel düzeyde nesne sürekliliğine ulaştığı halde ruhsal ve duygusal düzeyde annenin bütünsel imgesine ulaşamamış iç dünyalar vardır. Ancak nesne sürekliliğine ulaşamama durumunda nesne sabitliğine ulaşmak da imkansızdır. Yani nesne sürekliliği gerekli ama yeterli şart değildir.

Aynı şekilde faillik duyusunu zihinsel ve bilişsel düzlemde bir zemin olarak düşünmek gerekir ancak bu zemin tek başına ruhsal ve duygusal bir faillik duyusunun tamamına ermesinin garantisi değildir. Zihinsel ve ruhsal alanlar birbirilerinden ayrılsalar da aşağıdaki satırlardaki tanımlarda görüleceği gibi, sık sık örtüşmeler de sergileyeceklerdir.

Fonagy ve arkadaşlarının (Fonagy, Gergerly, Jurist & Target, 2002) failliği tanımlarken üzerinde durdukları bir ayrım vardır. Bu ayrım “I” ile “me” arasındaki farka odaklanır. [7] Zihinsel-bilişsel gelişimle “I” ortaya çıkar. “Me” gelişimi ise ilişkilerdeki etkileşimlerle içselleştirilen imgeye dairdir. Fonagy ve arkadaşları psikanalizin uzun yıllar hep “me”ye odaklanıp “I”ın gelişimini, kendi kendine oluşan bir şey gibi görerek ihmal ettiğini ileri sürerler. Onlara göre önemli ötekilerle etkileşimler öncelikle ve hayati anlamda “I”ın gelişimi için belirleyicidir. Fonagy ve arkadaşlarının bu itirazı, psikanalistlerin bilişsel gelişime dair şeyleri “psikoloji” veya “gelişim psikolojisi” olarak görüp (biraz da değersizleştirerek) ruhsal alanın gerçek biliminin psikanalizle sınırlı olduğunu düşünmelerine karşı gibi görünmektedir.

Zihinsel/Bilişsel Tanım

Daniel Stern (1985) tarafından erken çocuklukta nasıl geliştiği tanımlanan “fail kendilik duyusu” (sense of self agency) gelişim boyunca yeni oluşumlara bürünür ve özellikle çocuklukta atılmış temellerin üzerine ergenlikte taçlandırılır.

Faillik tanım olarak, ötekilerden ayrı olarak yaşanan ve duygusal olarak güdülenmiş bazı eylemlere angaje olan kendilik duyusudur. Bu eylemlerde kendiliğin eyleme, eylemin zamanına ve eylemin içinde yer aldığı olaya bir mesafesi vardır. Ancak ve ancak bu mesafeler var olursa iradi bir yönelimi imkânsız kılan dürtülenmiş oluştan daha çok faillik konumuna gelinir. Böyle bir aşamaya gelebilmek için bilişsel sürecin olgunlaşması ve önceden kestirilebilir, güvenli kişilerarası deneyimlerin içselleştirilmiş olması gerekir (Pollock ve Slavin, 1998). [8] ve [9]

Sugarman çocuklukta yapısal olarak elde edilmeyen şeyi eksik zihinselleştirme (mentalization) ile bağlantılandırır. Bir iç dünyaya sahip olmadan ve o dünyayı kabul etmeden faillik duyusu imkânsızdır. Bazı insanlar için iç dünyasının farkına varmak çok risklidir çünkü dürtüler, arzular ve düşlemleri bilinçli düzeyde fark edince üstbenlik saldırılarıyla karşılaşılırlar. Bu tür saldırılar eyleme dökmelere dönüşür ve bu eylemlerde zarar görmek veya dış bir otorite tarafından cezalandırılmak suçluluktan kurtulma amaçlıdır. Sugarman’a göre, faillik duyusunun tersi kendini çevrenin veya yapısal kalıtımın kurbanı görmektir (Sugarman, 2018).

Fonagy ve arkadaşlarının tanımladığı şekliyle niyeti taşıyan fail olarak kendilik (“I”) ve fail olarak kendiliğin temsili (“me”) (Fonagy, Gergerly, Jurist & Target, 2002) faillik duyumunun kökenindedir. Niyetleri taşıyan fail oluş bir hareketin temelinde önceki içsel durumların olduğunu bilir. Bakımverenlerin çocuğun zihinsel ve ruhsal değişimlerini an be an takip etmesi zihinselleştirme yaratır. Bu takip etme aynalamayı, anlamayı, sözelleştirmeyi, açıklamayı, bir bağlam içine yerleştirmeyi içerir. Çocuk, bakımverenlerin zamanında kendisi için yaptığını artık kendi kendine yapar.

Bu gelişimin sonucunda kazanılan faillik ile kişi eylemlerinin başkalarının zihinsel ve ruhsal durumlarını etkilediğini bilir. Temsili fail olarak kendilik duyumu da kişinin kendisinin ve ötekilerin ruhsal durumlarının temsili olgular olduğunu bilmeyi içerir.

Fonagy ve arkadaşları (Fonagy, Gergerly, Jurist & Target, 2002) bu gelişimi kronolojik olarak sıralanan devreler şeklinde bir faillik oluşumu olarak açıklarlar. Önce fiziksel faillik sonra sosyal ve teleolojik faillikler gelişir. Bunları niyetsel ve temsili faillik duyularının gelişimi izler. Bu gelişimin ulaştığı son nokta, otobiyografik kendilik oluşumunu ortaya çıkartır. Bu olgu kendiliğin anıları arasında zamansal ve nedensel ilişkiler kurar. Çocuğun zihinselleştirme süreci onun aynı zamanda insani varoluşla ilgili çeşitli zihin kuramlarını geliştirdiği zamandır. Bu gelişimin tepe noktasına 4-6 yaşları arasında ulaşılır.

Sugarman’a (2018) göre fail kendilik duyumunu geliştirecek teknik yaklaşımlar zihinselleştirme ve içgörüyü kolaylaştıran çalışmalardır. Bu çalışmalarda kişinin düşüncelerinin zihinsel inşalar olarak anlamlara ve bir tarihe sahip olduğunu ve davranışları üzerinde etkisi olduğunu idrak etmesi sağlanır. Bunun sonucunda düşünceler başka anlamları olmayan somut gerçeklikler olmaktan çıkar (Fonagy & Target, Gergerly, Allen & Bateman, 2003). Fail kendilik duyusu geliştikçe eylemlerin yerini düşünceler almaya başlar. Bu duyunun gelişmediği hallerde, eylemlerin olmadığı yerde kendilik de yok gibidir. Var olmak adına eyleme başvurulur.

Ruhsal/Duygusal Tanım

Bu tanımlamada, zihinsel ve bilişsel faillik altyapısını oluşturmuş çocuk, ergen (veya yetişkin), yaşamının başlangıcında ebeveynin özne olduğu projenin nesnesi iken artık kendi özneliğini oluşturma çabası içine girmiş gibidir. Failliğe “eserin yaratıcısı olmak” (autorship) da denir (Pollock ve Slavin, 1998). Failliğin bu türde kullanımlarına, Kohut sonrası gelişen ve onun kurduğu ekolden türeyen yeni ekollerde sıkça rastlarız. Gerçi ana akım psikanalizde de Winnicott’un (1960) hakiki kendilik kavramı failliğin bu şekilde kullanımına yaklaşır. Winnicott’a göre hakiki kendilik, biopsişik yapımızın ürünü olan dürtülerimizi ilişkilerimize vekendiliğimize güvenli ve fail (agentic) şekilde bağlama kapasitesidir.

Kendiliğin Çözümlenmesi (1971) ve Kendiliğin Yeniden Yapılandırılması (1978) kitaplarıyla ana akım metapsikolojiden epistemolojik bir kopuş yaşama iddiasında olan Kohut, klasik metapsikolojide yeri, tanımı ve işlevi çok belli olmayan kendilik (self) kavramını merkezi bir önemde görür. Ancak bu kavramın tam ve net bir tanımının da yapılamayacağını söyler. Her şeyi kapsayan nihai bir tanımlama olmasa da Kohut için bir çıkış noktası teşkil edecek şekilde, kendiliğin tanımı özgür inisiyatif merkezi oluşudur (Kohut, 1977).

Bu yeni kuramsal çatıda artık kendiliğin içini dolduran kendilik uyumu (self cohesion), kendilik sürekliliği (self continuity), kendilik özdeğeri (self-esteem), kendiliğin failliği (self agency) gibi kavramlar yer alır. Ruh sağlığının gelişimi için iki önemli şart, kendilik-öteki ayrışması ve kendilik failliğinin oluşumudur. Erken gelişimde kendiliğin şekillenmesinde ilk bakımverenlerle etkileşimlerin oluşturduğu faillik duyusu devamında kendilik uyumu, kendilik sürekliliği, kendilik özdeğeri ile kuvvetlenir (Lewinson & Atwood, 1999).

Failliğin başarılı oluşumu için ebeveynin, çocuğun eylemleri ve arzularından etkilenmeye açık olması gereklidir. Bağımsız bir kendiliğin doğumunu sağlayan budur. Ancak bu şekilde, bağımsız bir “ajanda” ortaya çıkar. Ebeveynlerin kendi ajandalarını bebeğe dayatmaları faillik duyumunun gelişiminin önünde ciddi bir engeldir.

Pollock ve Slavin’e (1998) göre,faillik duyumunun gelişimi için yaşamın erken döneminde ebeveynlerle “tanınma” (“recognition-karşılıklı birbirlerinin ilişkisel etkilerini tanıma anlamında) konusunda müzakere vardır.

Benjamin’e (1995) göre, öteki tarafından “tanınma” öteki’nin de “eşdeğer şekilde deneyimin merkezi oluşunu” (equivalent center of experience) kabul etmekle olur. “Annenin tanıması bebeğin faillik duyusunun temelidir” (s. 34).

İlk bakımveren çocuğu tanır (recognize), üzerinde etkisini hisseder ve çocuğu eşdeğerde deneyim merkezi olarak kabul eder. Çocuk da diğer tarafta aynı şeyi yapar. Bu bir “karşılıklı tanıma”dır (mutual recognition). Failliğin gelişimi öznelliklerarasılık (intersubjectivity) gelişimine paraleldir. Faillik ile kendilik inşa edilir. Ben olan-ben olmayan farkı oluşur. Bu kendiliğin bütünleşmesi için gereklidir. Ruhsal bütünlüğün tutkalı bellekten daha çok failliktir.

Ajanda kavramı faillik duyumunun gelişiminde merkezi öneme sahiptir. İlk bakımveren kendi ajandasıyla dolu olup varlığını çocuğun nüfuz etmesine tamamen kapatıyorsa çocuğun ruhsallığında deneyimin etken modu (active mode of experience) sınırlı kalır veya tamamen imkânsızlaşır. Böyle bir durumda, Blos’un (1967) da yukarıda aktardığımız şekilde işaret ettiği gibi, doğru bir amaç için yanlış yola sapılabilir (veya yol kendi ruhsal gelişimi için değil anne-babası, okul ve devlet için yanlıştır). Çocuk veya ergen hareketlerinde aşırılaşıp duyulmayı ve tanınmayı sağlamaya çalışır.

Hareketlilik (motility) ve dolayısıyla faillik, doğası gereği saldırgandır (Wooldridge, 2018). Wooldridge burada Winnicott’un 1950 tarihli “Duygusal Gelişimle İlişkideki Saldırganlık” makalesine gönderme yapar. Temel yaşam kuvvetinin böyle bir karakteri vardır. Winnicott’a göre hareketin doğasında ona karşı gelen bir kuvvetin direncini beklentileyen bir şey vardır. Hareket o direncin aşılmasını amaçlar. Hareket ettiğimiz zaman bir şeye karşı hareket ederiz. Ayağa direnen zemin yürümeyi mümkün kılar. Çevreden gelen direnç failliğe anlam verendir. Çocuğun temel yaşam kuvveti engelleyen bir güce karşı koymaya içkin olarak programlı gibidir. Böyle bir durumda, ergenin dirence yönelik şiddetini klasik eyleme dökme işlev ve tanımıyla okumak yanlış olacaktır.

Cinsel travma kurbanlarında en çok ortaya çıkan özellik ötekinin onun sınırlarını bu kadar fütursuzca aşıp onun deneyim alanını işgal etmesinden dolayı faillik duygusunun kaybıdır. O ortaya çıkan şiddetli durumun çaresiz, edilgen roldeki kurbanıdır. Ergenlikte daha fazla görünür hale gelen eylemsellikleri, adı “çocukluk” olan uzun ve çok belirleyici bir travma döneminin ruhsal etkilerinden kurtulma gayretleri olarak okuyabilir miyiz? Çocukluk arzuların ve isteklerin sınır tanımaz olduğu, ancak bunun karşılığında eldeki gücün çok sınırlı olduğu ve hem dürtüler hem de dış nesnelerle ilişkide çok edilgen ve bir o kadar da kırılgan olunan bir dönemdir. Bu durum bu haliyle bir travmadır. Ergenlikle beraber, gelişimin kendisine verdiği yeni güçlerle donanan genç, ilerlemek (progression) ve kendi özneliğini kurmak için önce gerileyerek (regression) yaralanmaları üzerine çalışır. Bunları yaparken de orijinal sahneleri yeni versiyonlarla yaratarak belli şekillerde gözden geçiriyor gibidir. Artık edilgen değil özne ve auteur olarak bu sahnelerde etken role geçmeye çalışıyordur. Bu etkenliğin şiddetli bir tarafı vardır.

Brandchaft‘a (1993) göre, faillik gelişiminde ebeveynlerin ajandalarıyla patolojik uzlaşımlara girme sonucunda faillikten bir dereceye kadar vazgeçilebilir. Çocuklar yaşamda kalmak için korumaları gereken bağlar sebebiyle kişisel inisiyatiflerinden vazgeçebilirler. Brandchaft’a göre bu tür hastaların faillik yönelimleri terapi veya analizlerinde şiddetli ve yıkıcı şekillerde kendini gösterebilir. Bu kadar “yıkıcı” girişimleri engellemeye çalışan terapistler de hastalarının çok ender olarak ortaya çıkan özgür eylemlerini yok etme ve geçmişte ebeveynlerinin yaptığı gibi, onları tamamen kendi ajandalarıyla işgal etme riskine girerler.

Edim ve Eylem Kavramlarının Farkı

Yukarıda tanımlandığı haliyle ergenlikte ortaya çıkan bu tür sahnelemelerde, eylem tarafı olsa da ergenlik denen kuantum sıçramalı bu çağın karakterine uygun olarak temel çatışmalardan bağımsız özellikler bulunabileceğini söylemiş oldum. Böyle bir ayrımı yapmak için “eylem” kavramından farklı olarak “edim” kavramını öneriyorum. [10]

Edim kavramının içeriğinde daha önce tanımlandığı haliyle özneleşme sürecindeki ergenin hareketiyle arasında bir mesafe vardır. Bu mesafe, dürtünün üstüne eklenen zihinsel ve ruhsal katmanlardan kaynaklanır. Mesafe arttıkça gelişen bu katmanların varlığını ve dolayısıyla edimi idrak ederiz. Mesafe azaldıkça yani katmanlar inceldikçe karşımıza edimden ve faillikten çok eyleme dökme veya boşalım amaçlı dürtüsellik çıkar.

Mesafenin oluşumuyla birlikte, ben ve öteki arasındaki kaynaşma çözülmekte, bireysel ve bağımsız öznelik ve öznellikler doğmaktadır. Edimin öteki üzerindeki etkisi süzülebilir ve aynı şekilde ötekinin ergen üzerindeki etkisi de ruhsal ve zihinsel düzlemde ayrıştırılabilir. İradeye ve seçimlere sahip iki öznenin ilişkisi oluşmaya başlar. Bu öznelliklerarası alanı besleyen dinamikler olarak iki özne de ruhsallıklarında temsili dünya özelliklerine sahiptirler.

Eylem ve edim arasındaki farkı biraz daha netleştirmek için klinik bir örnekten kısaca bahsetmek isterim. On altı yaşındaki A. işlediği ağır bir disiplin suçundan sonra okuldan atılmıştı ve de hakkında hukuki bir süreç de başlatılmıştı. Cezaya neden olan davranışıyla ilgili konuşmalar sonucunda onun daha önce benzer şeyleri defalarca yaptığı ortaya çıktı. Ancak sonuncusu bunların en şiddetlisi ve en sınırsızıydı. Daha öncekilerin hepsinde babası perde arkasında girişimlerde bulunup okul yönetimiyle anlaşarak meseleyi çözmüştü. Son davranışı o kadar aşırı bir boyutta olmuştu ki artık kimsenin yapacağı bir şey kalmamıştı. A. önceki seferlerde yaptığı her şeyin suya yazılan yazı gibi yok olduğunu söylemişti. Zaten babası her zaman her işi çözüyordu. Sadece bu disiplin suçları değil, ilkokuldan itibaren tüm ödevleri ve projeleri de baba tarafından kotarılıyordu. Babanın işyerinde hep ödevlerle ilgilenen genç insanlar vardı.

Okuldan atılmasının ardından gittiği bir terapist davranışını “eyleme dökme” olarak ele alıp acı çekme dürtüsünün doyurulması olarak yorumlamıştı ve bunun yaşamında tekrarlayıcı özellikte olduğunu söylemişti. Ne var ki A. son davranışıyla birlikte ilk defa cezalandırılmıştı. İlk defa olarak, gerçekleştirdiği davranışın etkisinin ortadan kalkmadığını ve sonucunun, kendisinin sahip ve sorumlu olduğu bir şeye dönüştüğünü görmüştü. Davranışının kendi kaderi üzerindeki etkisi ona bir canlılık getirmişti. Ayrıca bu davranışının sonuçlarıyla, kimse karışamadan baş başa kalması bir özgürlük ve otonomi duygusu yaratmıştı. Bozduğu gibi düzeltebileceğini de hissetmişti. Bunu bizatihi kendisi karar verdiği ve istediği zaman yapabileceğini bilmek hoşuna gitmişti. Hissettiği vitalizasyon bizatihi onun kendi yaşamı üzerinde olumlu veya olumsuz bir gücü olduğunu göstermişti.

Son Sözler

Bu kısa yazıda, eylemsellik yelpazesi içinde yer alan yegâne olgunun eyleme dökme olmayabileceği önermesi temel alındı. Bu ele almada, “ergen popülasyonu üzerine odaklanarak, eyleme dökme ve dürtüsellik ve/veya duygulanımsal işlem eksikliği kaynaklı gerginliğin boşalımından başka bir düzenek ve işlevin varlığı mümkün olabilir mi?” diye bir soru/önerme bulunmaktadır. Bu eylemselliğe yeni bir isim önerip edim kavramı teklif edildi. Bu edimlerde ergen faillik kendilik duyusunu oluşturma veya onarma girişimi içinde gibidir. Edimler eyleme dökmeler olarak yani savunma etkinlikleri olarak yorumlanınca o zaman ergenler (veya ruhen ergenler) özgür inisiyatif uğruna daha aşırı ve çoğunlukla daha tehlikeli eylemlere yönelebilirler.

Bu işlev ve düzeneğin varlığı çatışma kaynaklı eyleme dökme ve zihinselleştirme tarafı düşük dürtüselliklerin olmadığı anlamına gelmez. Onlar yerine önerilen bir olgu değildir. Spektrumda tüm bu olgular birlikte yer alırlar.

Failliğin gelişimi yolunda, ergenin kendisinin de bir ajandası ve iradi bir gücü olduğunu göstermek için ötekilerin iç dünyalarını etkileyecek (ve çoğunlukla onlara yıkıcı bir deneyim olarak görünen) yaratıcı bir şiddet ortaya koyabileceğini söylemiş bulundum. Bir başka deyişle söz konusu olan, çocukluktaki gelişimde fail kendilik duyusu yeterince gelişmeyince ergenlikte failliği kurabilmek için ikinci şans bulma girişimidir.

Yazıda faillik kavramının özellikle ana akım psikanaliz ekollerinden sonra ortaya çıkan, gelişimsel, bilişsel araştırma, gözlem ve modelleri ele alan yaklaşımlar tarafından kullanılan tanımı ve Heinz Kohut’un Kendilik Psikolojisi ekolünden türeyen yeni alt ekoller tarafından önerilen ruhsal tanımı ele alınmaya çalışıldı.

Bu tanımlarla ilgili temel sorunsallardan biri klasik metapsikolojide onlara bir yer bulmakla ve özellikle bunların bilinçdışıyla ilişkileriyle ilgili zorluklardır. Failliğin oluşumu ve sonrasında kendini koruması/devam ettirmesi, fail oluşun tüm psişik determinizme galebe çalması gibi anlaşılabilir. Sanki bu bir kez başarıldığı zaman tüm seçimler ve inisiyatifler bilinçli ve iradi hale geleceklerdir. Böyle bir kuramsal yaklaşımın psikanalitik açıdan sorunlu olduğu barizdir. Ancak bu sorunsalın sadece çağdaş faillik literatürüyle sınırlı olduğu düşünmüyorum. Freud’un altbenliğin olduğu yere benliğin geleceğini söylediği önerme de ruhsal determinizm kavramını hesaba katarsak felsefi açıdan benzer bir sorunu sergiler. Zaman zaman yardıma çağrılan, benlik ve altbenlik arasındaki ilişkiye dair “at ve binici” metaforunun burada hem klasik hem de çağdaş yaklaşımlar için bu felsefi ve kuramsal soruna geçerli bir çözüm arayışı olabileceğini düşünüyorum. Binicinin seçim ve iradesine güç kazandıran failliği atın varlığını ortadan kaldırmaz. Kaldı ki en yetenekli biniciler bile zaman zaman at tarafından yere fırlatılırlar. Failliğin kazanımı özneye hem ruhsallık içi (dürtüler ve iç nesnelerle ilişki) hem de kişilerarası (önemli ötekilerle kişilerarası ilişki) bir pazarlık, etkileşim ve ortak hareket etme gücü kazandırır; sadece atın (iç dünyanın) ve/veya önemli ötekilerin belirleyici olduğu edilgenlikten çıkarır.

KAYNAKÇA

 Allen, J.G., Fonagy, P. ve Bateman, A. W. (2008). Mentalizing in clinical practice. Washington ve Londra: American Psychiatric Publishing.

Akhtar, S. (2009). Comprehensive dictionary of psychoanalysis. Londra: Karnac.

Benjamin, J. (1995). Like subjects, love objects. Londra: Yale University Press.

Blos, P. (1967). The second individuation process of adolescence. Psychoanalytic Study of Child, 22,162-186.

Brandchaft, B. (1993). To free the spirit from its cell. A. Goldberg (Haz.). The widening scope of self psychology: Progress in self psychology, Cilt 9 içinde, (s. 209-230). Hillsdale NJ: Analytic Press.

Fonagy, P., Gergerly, G., Jurist, E. L. ve Target, M. (2002). Affect regulation, mentalization and the development of the self. New York: Other Press.

Fonagy, P., Target, M. Gergerly, G., Allen, J. ve Bateman, A. (2003). The developmental roots of borderline personality disorder in early attachment relationships: A theory and some evidence. Psychoanalytic Inquiry, 23 (3), 412-459.

Freud, S. (1905). Fragment of an analysis of a case of hysteria. Standard Edition, 7, 1-122.

Freud, S. (1914). Remembering, repeating and working through. (Further Recommendations on the Technique of Psycho-Analysis II). Standard Edition, 12, 145-156.

Freud, S. (1917). Mourning and melancholia. Standard Edition. 14, 237-260.

Frie, R. (2008). Fundamentally embodied. The experience of psychological agency, embodiment, reflexivity, phenomenology. Contemporary Psychoanalysis. 44 (3), 367-376.

Kohut, H. (1971). The analysis of the self. New York: International University Press.

Kohut, H. (1977). The restoration of the self. New York: International University Press.

Levinson, D. & Atwood, G. (1999). A case study of loss and restoration of the sense of personal agency, Progress in Self Psychology. 15, 163-181.

Mahler, M., Pine, F. ve Bergman, A. (1975). The psychological birth of human infant. New York: Basic Books.

Piaget, J. (1937). The construction of reality in the child. New York: Basic Books.

Pollock, L ve Slavin, J. (1998). The struggle for recognition: Disruption and reintegration in the experience of agency, Psychoanalytic Dialogues. 8 (6), 857-873.

Sugarman, A. (2018). The importance of promoting a sense of self-agency in child psychoanalysis. Psychoanalytic Study of Child, 71,108-122.

Winnicott, D. W. (1960). The maturational processes and the facilitating environment. New York: International Universities Press.

Wolf, E. S. (1988). Treating the self. Elements of clinical self psychology. New York: Guilford Press.

Wooldridge, T. (2018). Finding freedom: Exploring the relationship between agency, motility and aggression. Journal of American Psychoanalytic Association, 66 (1), 41-58.


* Yavuz Erten, Psike İstanbul ve IPA üyesi eğitim psikanalisti.

[1]Akhtar’ın yazdıklarından öğrendiğimiz şekilde, Sandler, Dare ve Holder’ın genel dürtüsel boşalım ve çatışmayla bağlantılı eyleme dökme arasındaki ayrımı yapabilmek için önerdikleri “enactment” kavramının güncel kullanımı tam da bu ayrıma hizmet etmemektedir. Güncel kullanımdaki “enactment” ve “acting out” arasındaki fark daha çok ilkinin hem aktarım hem de karşıaktarımı içermesi ve odadaki iki kişiyi de kapsayan öznelliklerarası bir olgu olmasından kaynaklanıyor gibi görünmektedir.

[2] Ergenlik için dilimizde sıkça kullanılan “delikanlı” kelimesi yaşamın bu yıllarının dürtüselliğini ifade etmektedir. Kökeninde eril yapıyı işaret eden bir kullanımı olsa da gitgide toplumsal cinsiyetlerden bağımsızlaşan bir anlam kazanmaya başlamıştır.

[3] Bu haliyle bir türlü çözülemeyen “tekrar yakınlaşma” (rapproachment) krizine benzer. Ergen, ebeveynle ilişkisinde “ne onlarla ne onlarsız” durumuna sıkışmış gibidir.

[4]Agency kavramının çevirisiyle ilgili yaşanan zorluktan bahsetmek tam da üstüne düşündüğümüz konuyla ilgili bir anlama sahip olabilir. Doğru gibi görünen yegâne seçenekler olan “faillik” veya “fail oluş” şeklindeki çeviriler dilimizdeki “suçlu” kavramını çağrıştırır. “Fail” dilimizde daha çok bir suç eylemini gerçekleştiren kişiyi işaret etmek için kullanılır. Bu durum manidar görünür. Acaba aile ile ilişkisinde ergen, devletle ilişkisinde yurttaş, okul ile ilişkisinde öğrenci kendi seçimini yapıp, inisiyatifini kullandığı ve kendi ajandasını öne koyduğu zaman “suçlu” durumuna mı sokulmaktadır?

[5]Yazının bundan sonrasında “faillik” ve “fail kendilik duyumu” değişimli olarak kullanılacaktır.

[6] Altbenliğe faillik atayan bu düşünceler aslında, bilişsel ve zihinsel faillik modelinin yetersiz kaldığı ve ruhsal alanının da hesaba katılması gerektiğini gösterir; bizi faillik konusundaki bu iki kullanımın kesişme alanına sokar.

[7] Bu iki kelimeyi dilimize ikisi arasında bir fark yaratarak çevirmek zordur. Belki “I”a “özne olarak ben” ve “me”ye “temsil olarak ben” dememiz gerek.

[8] Bu son paragrafın ikinci cümlesi failliğin tanımında zihinsel kullanım alanından ruhsal ve duygusal alana geçişe işaret eder.

[9] Kohut’un en yakın çalışma arkadaşı Ernest Wolf (1988) kavrama Kendilik Psikolojisi açısından yaklaşır ve “agency” kelimesini değil “efficacy” (etkililik) kelimesini kullanır. Kendiliknesnelerinin aynalayıcı ve güvenlik yaratıcı işlevleriyle gelişen bir kendiliğin “efficacy” hissine sahip olabileceğini söyler.

[10] Heinz “Kohut Kendiliğin Yeniden Yapılandırılması” (1977) adlı kitabında, Goethe’nin kullandığı Almanca “Die Tat” kavramını çevirmeye çalışırken, bu tür bir ayrımı yaparak “act” ve “deed” (“eylem” ve “edim”, Türkçe çeviride tercih edilen karşılıklar olarak, çev. Oğuz Cebeci) kavramlarının üzerinde durur. Ona göre düşünce ile daha büyük kontrast içinde olan act’tir (Eylem).

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s