Narsisizmin İkili Kavramı: Pozitif ve Negatif Örgütlenmeler

andre green

Narsisizmin İkili Kavramı: Pozitif ve Negatif Örgütlenmeler[1]

André Green

Giriş

Çalışmasının başlarında, Freud (1894, 1915) narsisist nevrozları psikanalitik tedavi endikasyonunun dışında tutmuştu. Freud’un narsisizm kavramını keşfetmeden ve kavramı tanımlamadan önce narsisizmi sezmiş olması kayda değerdir. İçe kapalı ve diğer insanlara dair hiç ilgisi olmayan hastalara, hiçbir aktarım geliştiremeyeceklerine inandığı için, hiçbir şekilde psikanalitik tedavi uygulanabileceğini düşünmüyordu. Esasen, Freud’un o zamanlar bu hastaların muzdarip olduğunu düşündüğü dementia praecox, 1911’de şizofreni olarak adlandırıldı. Bu tabloyu libidonun benlikteki durağanlığı ve engellenmesine bağlamıştı.

Daha sonra Freud (1914) narsisizmi tanımladığında, aklında yukarıda bahsedilen psikozların ötesinde hastalığa dair daha geniş bir bakış açısı vardı. Kuramını nesne libidosu ve narsisist libidoyu dahil ederek yeniden şekillendirip, kişiliğin temel bir öğesini ortaya çıkardığı, belirli tipteki nesne ilişkilerini de içeren birçok özellik tanımladı. Biz çoğunlukla bunun geçici bir adım olduğunu düşünüp günümüzde ruhsal olguları bu şekilde yorumlamanın çok daha ötesinde olduğumuza inansak da, şimdiki bakış açımızın Freud’un 1914’te belirttiği bakış açısının dönüşümleri olduğunu söylemek daha doğrudur.

Günümüz kuramı kendilik ve nesne kavramlarını içinde barındırır. Bir ölçüde, kendilik hakkındaki modern görüşlerin Freud’un narsisizm tanımından türediğini düşünebiliriz. Bu konuların daha derinine inmeden önce, Freud’un nesne libidosu ve narsisist libidosu çalışması ile aşk ya da yaşam dürtüleriyle ölüm ve yıkıcı dürtüleri bir arada bulunduran dürtülere dair son kuramı arasındaki ilişkiyi başlangıç noktası olarak alıp kendi narsisisizm görüşümü yeniden gözden geçirmek istiyorum.

Bana göre; narsisisizm kavramı bir parça Freud’un hastalarıyla çalışmasından alınmış ve bir parça da doğrudan klinik gözlemlerden ziyade mite dayandırılmıştır. Bu kavramın inandırıcılık değeri, tanımlamaların tutarlılığı ve onların klinik bulgularla eşleşmesiyle mümkündür.

Gözlemler

Benim düşüncelerim klinik deneyimimden ve Freud’un çalışmalarını incelememden oluşmuştur.

  1. Narsisizm, Freud’un ilk çalışmalarında yoktu. Önceleri otoerotizmden bahsediyordu. Metinlerinde otoerotizmden narsisizme geçmesi için “yeni psişik aksiyon” (Freud, 1914, s. 77) gerekiyordu. Freud’un narsisizm kavramını formüle etmesi ve tanıtması için en az on üç yıllık klinik deneyim gerekmişti.
  2. Narsisizm, Freud’un en az altı yıl boyunca (1914’ten 1920’ye), ölüm dürtüsünü tanıtana kadar, ana çalışmalarından biriydi. 1923’te yapısal modeli ortaya çıkarmasıyla birlikte, kavramsal bir model olarak bahsi azaldı, neredeyse kayboldu.
  3. Narsisizmi, benlik libidosunun ve nesne libidosunun zıttı olarak gördüğü bir ara dönem oldu. Bu tanım, son dürtü kuramında aşk ve yaşam dürtülerini yıkım ve ölüm dürtülerinin karşıtı olarak tanımladığında geçerliliğini yitirdi.
  4. Narsisizmin incelenmesi birçok önemli konuyu gündeme getirdi. Özellikle şu ikisini hatırlamakta fayda var: birincil narsisizmin varlığının ikincil narsisizme karşıt oluşu problemi ile narsisizm ve nesne seçimi arasındaki ilişki.

Psikanalitik Literatürde Narsisizm

Narsisizm, Freud’un bu kavramı kuramın arka planına itme eğilimi ve Klein’ın çalışmalarının bilinirlik kazanıp yazılarında narsisizmden hiç bahsetmemesiyle birlikte literatürde kenara itildi. Esasında, Kleinyenler narsisizmi, Rosenfeld 1971’de Viyana’da gerçekleşen IPA Kongresi’nde yıkıcı narsisizm olarak yeniden ele alana kadar yok saydılar. Daha önceleri Ferenzci’nin varisi Balint (1965) birincil narsisizmi reddetti. Buna benzer düşünen yazarlara göre nesne sevgisi en başından beri mevcuttur. Balint’in eleştirisinden sonra neredeyse bütün psikanalistler birincil narsisizmin bir kurgu olduğu düşüncesine katıldılar. Bu durum halen tartışmalıdır.

Narsisizm, Kohut (1971) tarafından yeniden ele alındı. Yalnız, Green’i (1967) ve Fransa’da 1957’den beri önem taşıyan Grunberger’i (1957) yok saydı. Kohut’un kendilik psikolojisi, ikisi de aynı konuları ele almalarına rağmen Kernberg’in (1975) nesne ilişkileri kuramıyla ters düşmekteydi. Kendilik (narsisizmi) bir tarafta, dürtüler (az çok nesne ilişkileriyle ilişkilendirilir) diğer tarafta duruyordu. Tartışma bir sonuca varmadan sonlandı. İki tarafın da bu kuramları geliştirmeye devam eden takipçileri oldu.

Freud’a göre narsisizm,  kendini koruma dürtülerinin libidinal tamamlayıcısı olarak tanımlanıyordu ve dürtülerin benliğe yönelmesi sonucunda oluşuyordu. Kohut’a göre ise, sadece dürtülerin yönelimi değil, yatırımın niteliği meselesiyle ilgiliydi. Burada iki farklı gündem buluyoruz: Freud, ruhsal aygıtın işleyişinde ekonomik modeli hesaba katarak probleme metapsikolojik açıdan yaklaşmaktadır, Kohut ise esas olarak yatırımların niteliğine işaret etmektedir. Sonuçta, Kohut’un yaklaşımı metapsikolojiden ziyade fenomenolojiye yakındır.

Benim görüşüme göre, fenomenolojik bakış açısı bize bilince ulaşan narsisist özelliklerin daha kapsamlı bir açıklamasını verebilir, ancak narsisizmin psişik dünyanın diğer öğeleriyle nasıl bir arada bulunduğunu anlamamızı sağlayamaz. Başka şekilde ifade edecek olursam, kendilik psikolojisi bizi bütün dinamiklerin üniter bir bakış açısından tasvir edildiği akademik benliğin psikanalizden önceki anlayışına geri götürür. Bu yöntem, Kohut’un da kabul ettiği gibi, gelişimsel duraksama uğruna dinamiklerin çatışmasını göz ardı etmeye neden olur.

Kohut’un büyüklenmecilik ve aynalama ilişkilerine vurgu yaptığı açıklamalarının narsisizmle ilgili anlayışımızı geliştirdiği inkâr edilemez. Yine de bu özelliklerin hastanın patolojisinin ana belirleyicileri olup olmadığı tartışılır. Kohut’un çalışmalarının tamamlanmamış kalsa da, kendiliği, dışarıdan bakan bir gözlemci tarafından görülüyor gibi değil de birbiriyle etkileşim kuran iki kendiliğin ilişkisi şeklinde ele aldığı daha kapsamlı bir kuram ortaya koyarak yeni bir yol açtığı düşünülebilir. Bu sonraki görüşte, klasik kuramın bütün öğeleri ikinci planda kalmış ve ilgilenilmemiş görünmektedir. Narsisizmin ilk açıklamalarının Freud’un çalışmalarında yer aldığını düşünürsek bunu nasıl açıklarız?

Bu soruyu cevaplamak için parametrelerde değişim olduğunu kabul etmemiz gerekir. Narsisizmin kaderi Freud’un 1920’den sonraki çalışmalarında bir sır olarak kalmıştır, son yorumlarından biri narsisizmin basitçe aşk ve yaşam dürtülerinin son sentezinde içerilmesi gerektiğidir (1940). Diğer olasılıkları değerlendirmeyi göz ardı etmiştir. Freud’un narsisizmle ilişkili olarak ele aldığı özelliklerin en azından bazılarının, daha sonra ölüm dürtüsü olarak adlandırdığının parçaları olarak görmek mümkündür.

Nesne libidosunun… narsisist libidoya dönüşümü; böylece cinsel amaçların terk edilişi, cinsellikten arınma –sonuç olarak bir tür yüceltme- [benliğin, nesnenin özellikleri sandığının yerine konmak üzere, altbenliğin kaybından sonra] gerçekleşir. [Freud, 1923, s. 30]

Freud, bu sürecin yüceltmeye giden evrensel yol olmadığının farkında olsa da özel bir ilgiyi hak ettiğine inanıyordu. Bugün bize bu paragrafta çarpıcı gelen Freud’un bu tip bir yüceltmede gözlemlediği cinsellikten arındırmanın, ölüm dürtüsü olarak tanımladığıyla benzer yolları izleyen bir süreç oluşudur. Narsisist libidodan açık bir şekilde söz etmesi, yıkıcılığın açık bir görüngüsü eşlik etmeden de narsisizmin en azından bazı yönlerinin yıkım dürtüsünde yer alan anti-erotizmle aynı çizgiyi takip edebileceğini düşünmemize yol açar. Burada altı çizilmesi gereken nokta, nesne libidosu ve erotik nesne seçimi kavramlarının etkisini yitirmesidir.

Aynı çalışmanın devamında Freud (1923) içgüdülerin kaynaşması ve ayrışması konusunu oldukça detaylı incelemiştir. Dürtüleri iki sınıfa ayırdığı bu bölümünün sonunda, sevginin nefrete ve nefretin sevgiye yer değiştirme enerjisini cinsellikten arınmış libido olarak tanımlamış ve bunun ayrıca yüceltilmiş enerji olarak adlandırılabileceğini belirtmiştir (s.46). Burada ölüm dürtüsünün amaçlarına benzer şekilde Eros işlevlerini –bağlanma ve birleşme- ve cinsellikten arındırmayı buluyoruz. Freud’un yüceltmenin benlikte devamlı gerçekleştiği sonucuna vardığından beri, cinsellikten arındırma yüceltmesinin ve karşılığı olan bağların çözülmesi sürecinin en azından bir parçasının, benlikte gerçekleştiği çıkarımını yapabiliriz. Freud (1923) açıkça yazmıştı: “Benlik, Eros’un amaçlarının aksine çalışmaktadır ve kendini içgüdüsel dürtülere engel olmakla görevlendirmiştir” (s. 46).

Özetle, benliği dürtülerin kaynaşması ve ayrışması görevinde düşünebiliriz. Freud, nesneden geri çekilmiş olan benliğin narsisizminin ikincil olduğu sonucuna varmıştır, ama yüceltilmiş enerjinin narsisizmle ilişkili olduğu ve Eros’un amaçlarının tersini hedeflediği konusuna tekrar dönmemiştir. Narsisizm hakkındaki son açıklamasının daha fazla analiz edilmesi gereken bazı öğeleri içeren evrensel bir önerme olarak yorumlamamız gerektiğini düşünüyorum.

Bana öyle görünüyor ki Freud narsisizm ve ölüm dürtüsü arasındaki ilişkiyi keşfetmeye çok yaklaştı. Freud’un 1920’deki gözlemini kendimize hatırlatabiliriz: “Sonrasına göre ruhsal hayatın başlangıcında haz mücadelesi çok daha yoğundur ama o kadar da engellenmemiş değildir, sık sık haz kesintilerine teslim olmak zorundadır” (s. 63). Bu kesintilerin Eros’un hizmetindeki haz ilkesinin başarısızlığı ya da tersine ölüm dürtüsünün hizmetinde olduğunu yorumlayabiliriz.[2]

Düşüncelerimi özetleyecek olursam Freud’un dürtülerle ilgili son kuramından sonra ikili bir narsisizm olasılığını göz önünde bulundurmamız gerektiğini varsayıyorum: Pozitif bir narsisizm, amacı bütünlüğe ulaşmak olan ve tekliği hedefleyen –en azından bir parça da olsa nesne yatırımı pahasına kendiliği doyurmaya yatırım yapan bir narsisizm; negatif narsisizm ise ruhsal ölüme ulaşmayı ve hiçliği hedefleyen sıfır noktasına varmak isteyen bir narsisizmdir. Bu ayrım basitleştirilerek sağlıklı ve patolojik narsisizm arasındaki farka indirgenemez. Narsisizmin dengesizliği hem pozitif hem de patolojik olabilmesidir çünkü nesnelerle ilişkileri fakirleştirir. Yine de öznenin kendiliğini yok olma noktasına getiren negatif narsisizmden daha az yıkıcıdır.

Narsisist kişilik bozukluğu narsisizmin bütün klinik bulgularını göstermez. Belirli depresyonlar (ahlaki narsisizm olarak adlandırdıklarım, Green 2001’e bakın), esas olarak çileciliğe ve doyumun negatifleştirilmesine bağlıdır (hazzın genel prensibine göre, doyumdan yoksunluk doyumun kendisinden daha değerli olmuştur) –boşunalık, yoksunluk, boşluk, anoreksiya ve aşırı idealleştirme dönemlerini içerir- ve dürtülerden yatırımın geri çekilmesinin örnekleridir. Dünya popülasyonunun eğer daha fazla değilse yarısının, hazzın aldatıcı arayışından vazgeçmeye adanmış, her türlü doyumdan vazgeçmenin üstünlüğünü iddia eden dini standartlara göre yaşadığını hatırlamalıyız.

Kısa Klinik Örnekler

Bir Pozitif Narsisizm Vakası

Bay X bana psikanaliz için yönlendirilmiş olmasına rağmen tedavi arayışını açıklama tarzı pek net değildi. Belirsizce kişisel ve profesyonel düzeyde genel bir hayal kırıklığından, karakter bozukluğundan, bütün alanlardaki uyum sağlama sorunundan ve potansiyelinin altında kalma duygusundan bahsetti. O zamanlar gençtim ve kendimin ya da psikanalizin sınırlılıklarının farkında değildim.

Bay X aşk hayatı, aile ilişkileri ve iş gibi çeşitli alanlardaki tatminsizlik hissinden yakındı. Çocukluğunda uzun süreler boyunca yalnız bırakıldığını, oyunlar icat ettiğini ve bahçelerinde sayısız fanteziyi canlandırdığını hatırladı. Ergenliğinde yetenekli bir piyano sanatçısıymış. Daha sonra yurtdışındaki anayurdunun en genç avukatı olmuş ama bu mesleği hiç yapmamış. Kız arkadaşıyla Fransa’ya göç edip onunla evlenmiş ve ondan iki çocuğu olmuş. İyi bir edebiyat okuruydu, müzik konusunda bilgiliydi ve ayrıca kültürlü, deneyimli biriydi. Kendisini ileri seviyede bir sözel beceriyle ifade ediyordu ve sanatsal konular hakkında oldukça tutkuluydu. Yeteneğini ve bilgisini özel yemek davetlerinde sergileyen ben merkezcil bir adamdı; diğer davetlileri büyüleyip neredeyse hipnotize ediyor, bir kelime bile söylettirmiyor, başka kimseyi konuşturmuyordu.

Bay X yaşlıca bir babanın en genç oğluydu. Babası, kendisini yoksullara adamış merhametli bir doktormuş, göç etmeye zorlanmış. Meslektaşları tarafından saygı gören ve hastaları tarafından sevilen biriymiş. Tanrı’ya inanıyormuş, batıl inançlı ve takıntılıymış. Hastamın hatırladığına göre babası, sıklıkla karısıyla münakaşa edermiş, özellikle cinsel birliktelik istediğinde karısı gözyaşlarına boğularak onu reddedermiş. Bay X babasının sıklıkla yatağının yanına gelerek oğlunun ruhu için dua ettiğini hatırladı, muhtemelen babası onunla ilgili bir şeylerin yanlış olduğu kanısına erken varmıştı.

Bay X’in annesi, Bay X’in karısı gibi bir yabancıymış. Hastamın doğumundan önce ebeveynleri yaklaşık iki yaşlarında olan kız çocuklarını kaybetmişlerdi ve -bu tip durumlarda sıklıkla yaşandığı gibi- bu çocuk annenin belleğinde idealleştirilmişti. Bu küçük kızın imajı, Bay X’in annesinin gözünde hiçbir zaman erişemeyeceği bir mükemmellik ölçütü olarak anımsanırdı. Ölü kız kardeş; mutsuz evliliğinden, kocasının gelirinin düşüklüğünden, sosyal hayatının yetersizliğinden ve bunun gibi şeylerden yakınan “ölü” annenin kronik tatminsizliğinin resmi bir açıklamasıydı.

Bay X’in annesi oğluyla uzun saatler geçirirmiş, gururunu okşarmış ve sanatsal yeteneklerini teşvik edermiş ancak onu aşağılayacakları inancıyla arkadaşlarından soyutlarmış. Annesi anayurduyla ilgili tarlanın zemininde yattığı fark edilmeyen bebeklerin köylüler tarafından tırpanlarıyla nasıl paramparça edildiğini tarif ettiği korkutucu hikâyeler anlatırmış. Annesi Bay X’i sinemaya götürürmüş ve bu gezileri babasından saklarmış, sırlarına ihanet ederse babasının mutlaka karşı çıkacağını ve cezalandıracağını söylermiş, “baban kalp krizinden ölebilir” diyerek oğlunu dehşete düşürürmüş.

Bay X’in psikanalitik tedavisi kendilik idealizasyonu, büyüklenmecilik ve hayatın sıradan problemlerini hor görme gibi birçok özelliği açığa çıkardı. Tedaviye başladıktan bir süre sonra ondan istenen görevlerin ona yakışmadığına inanarak işinden istifa etti. Karısının ebeveynleri onu hiçbir iş yapmazken finansal olarak desteklemeye karar verdiler. O zamandan itibaren tekrar hiçbir işte çalışmadı.

Babasından gelen anadilini “yeniden fethetmeye” karar verdi (babası Latin kökenliydi, annesi ise Doğu Avrupa’dan geliyordu). Kiralık bir stüdyoda tek başına bu dilin uzmanı olmak için çalıştı ve şair olmaya karar verdi. Sıra dışı bir sonuç olarak şiirlerini kendi anadilinde yayınlanan ve oldukça saygı gören bir edebiyat dergisinde yayınlatmayı başardı. Bu başarıdan sonra Bay X hevesini kaybettiği için yazmaya devam edemediğini fark etti.

Durmaksızın müzik dinliyordu. Bir müzik eleştirmeni kadar donanımlıydı ama alanda çalışmayı reddediyordu. Plak koleksiyoncusuydu ve parasının çoğunu plak almak için harcıyordu. Bir plak aldıktan sonra hafif bir hasar olduğunu anlarsa (kompakt disk devrinden önceki dönemdi), dükkâna geri götürüyor ve değiştiriyordu. Daha çok çalıyormuş gibi, mükemmel görünen başka bir tane alıyor ve şüphe verici hasarı tezgahtardan saklıyordu. Günlerini sadece sevdiği şeyleri yaparak geçiriyordu: Okumak, yazmak, müzik dinlemek ve sinemaya gitmek. Diğer bütün aktiviteleri ise aşağılıyordu. Ayrıca metresleriyle görüşüyordu ama hâlâ mutsuzdu.

Bay X birçok aşk ilişkisi yaşıyordu ancak hiçbiri sürmüyordu. Çoğu zaman metreslerinin bedenlerinden giyiniklerken etkileniyor ancak daha sonra soyunduklarında, itici bulduğu bir kusur ortaya çıkıyordu: çok küçük göğüsler, yamuk bacaklar, çekici olmayan ayaklar ve başka kusurlar…

Analiz boyunca (haftada üç sıklığında düzenlenmişti), Bay X’in büyüklenmeci fantezilerini, yalnız yaşam tarzını, karısına yönelik hayal kırıklığını ve şiddetini, beklentilerini karşılamadıklarında çocuklarını tamamen yok saymasını, yakın olmayan birkaç arkadaşını gözlemledim. Aktarımda bazen idealize ediliyordum ve diğer zamanlarda eğer cesareti olsaydı olmak istediği hatalı kişiyi temsil ediyordum. En sonunda anayurduna geri dönmek istediğini söyledi –yalan-, dolayısıyla tedaviyi sonlandırması gerekiyordu. Vazgeçmek istediğini kabul edemedi.

Bay X birkaç yıl geçmişken karısının kaza sonucu ölümünden sonra, beni tekrar görmek istedi. Bundan birkaç yıl sonra ise onunla bir konserde karşılaştım ve beni kişisel olarak ziyaret etmek istediğini dile getirdi. Tedavimiz bittiği için kabul ettim. Çay içmek için geldi ve sıra dışı ölçüde baştan çıkarıcı teşhircilik sergiledi. Benim için sadece bir hasta olduğu düşüncesine tahammül edememişti ve bana, bir insan olarak ne kadar ilginç olabileceğini göstermesi gerekiyordu. Bu, bizim son irtibatımızdı.

Bu kısa tasvirden, Bay X’in gururunu ve özgüvenini sürdürmek, tümüyle var olan annesini baştan çıkarmak amacıyla kendi imajını yüce bir seviyede tutmak ve sevilebilir olduğuna onu ikna etmek için sürekli mücadele ettiğini görebiliriz. Bu çabası faydasızdı. Annesinin narsisizmi, yaşlandığında dahi değişmeden kalmıştı.[3] Dahası, Bay X’in mücadelesi kendiliği koruyucu niteliğe sahipti. Yıkıcı kendiliği, en yakın nesneleriyle ilişkili her tür duygudan kaçınma girişimi ve hayal kırıklığı yaratmış çocuklarıyla ilgili sorumluluk algısının olmayışıyla sınırlıydı.

Bay X vakasını, pozitif (ve sağlıksız) narsisizm örneği olarak değerlendiriyorum. Karısının ölümüyle baş etti ama yas tutarken onu idealize etti ve çocuklarının bakımını üstlenme konusunda başarısız oldu.

Özellikle bir özelliği bana epey çarpıcı gelmişti, cinsel ilişki yaşadığı kadınlardan hiçbir hediye kabul etmiyordu. Bu reddin karşılık verme zorunluluğundan, karşılığında bir şey sunmaktan ve bunun bir ilişkiye dönüşmesinden kaçınmayı temsil ettiğini anlamam biraz zaman aldı.

Bir Negatif Narsisizm Vakası

Bayan Y’nin vaka örneği olduğu negatif narsisizm tartışmasına geçiş yapalım. Hastaneye kaldırıldığı ağır bir depresif dönemin ardından bana yönlendirildiğinde otuz yaşlarındaydı. Bütün biyolojik tedaviler başarısız olmuştu. Hastanede onun sorumluluğunu almış olan meslektaşım, onu bana yönlendirmeye karar vermişti çünkü nevrotik bir geçmişi olduğunu anlamıştı.

Bayan Y’nin beni ilk ziyarete geldiği zamanı çok iyi hatırlıyorum, o zamanlar psikanaliz uygulamaya yeni başlayacaktım. Önümde oturuyordu, kafasını omzuna doğru yaslamıştı, bana bakmaya cesaret edemiyordu, alçak bir sesle konuşuyordu, açıkça derin bir acı içindeydi. Nasılsa bir şekilde temas edebildik ve tedaviye başlamayı kabul etti. Analize on yıldan daha uzun süre devam etti, ta ki kaza sonucu ölümüne kadar -yoksa sanırım halen geliyor olurdu-.

Bayan Y felsefe profesörüydü ama hasta olmadan önce sadece bir yıl eğitim verebilmişti. Eski öğrencileriyle sosyal olarak tanışma fırsatım oldu ve olağanüstü öğretmenliğinin anılarının akıllarında kalmış olduğunu öğrendim. Bayan Y’nin standartlarına göre ise şimdiye kadar var olmuş en kötü profesördü. Acı içinde derslerini çeşitli ders kitaplarından bilgileri derleyerek hazırladığını itiraf etmişti. Sokrates’in yaptığı gibi felsefe üretmediği için suçluydu, başkalarının yazdığı kitapları temel alarak onu sadece öğretiyordu.

Tedaviye başladığı zaman Bayan Y evinin dışına çıkmıyordu, sinemaya, tiyatroya ya da konsere, hiçbir yere gitmiyor ve sosyalleşmiyordu. Dairesini sadece seanslarımıza gelmek için terk ediyor ve sonrasında apar topar geri dönüyordu. Çok ucuz bir şekilde yaşamasına imkân veren engelli maaşı vardı. Kendisi için hiçbir zaman yemek hazırlamazdı, sadece jambon ve yoğurt yerdi. Aktivitesi dini altyapısı olan felsefe metinleri okumakla sınırlıydı ama dini bir uygulaması yoktu.

Bayan Y’nin bana yönelik aktarımı çok yoğundu, ancak insan olarak, bir analist olarak değil. Çok nadiren rüya görür ve hiçbir zaman hayal kurmazdı. Ebeveynleriyle ilişkilerini koparmıştı; annesini hayatı boyunca bir daha görmeyi ummuyordu, babasını ise son on yılda bir ya da iki kere görmüştü. Birkaç yıl için dede ve ninesi tarafından büyütülmüş ve ancak daha sonra aile evine geri dönmüş. Kız kardeşiyle iyi bir ilişki kurmuştu, kız kardeşi alçakgönüllü bir subayla evlenmişti ve Bayan Y’nin de sevdiği iki çocukları vardı. Yılda bir kez, bir haftayı kız kardeşi ve onun ailesiyle geçiriyordu.

Bayan Y’nin analitik görüşmeleri tekrara dayalı ve kısırdı, hiçbir içgörü oluşmamıştı. Hiçbir değişiklik gerçekleşmedi. Acısına karşı acıma ve şefkat hissediyordum. Bir seansta tamamen değişmiş görünerek bende beklenmedik güçlü bir reaksiyon oluşturdu, oldukça lüks giysiler giymişti ve zor tanınacak derecede çok makyaj yapmıştı. Nekahathanede dinlenirken bir erkekle tanıştığını öğrendim, kültürlü olmayan basit bir işçiydi. Onunla bir defa birlikte olmuştu, fakat iki hafta sonra onun hiç ilgisini çekmediğine karar vermişti ve onunla bütün ilişiğini koparmıştı. Onun yerine başkasını da koymadı.

Bayan Y tedavisi devam ederken alkol bağımlısı oldu ve bu, durdurulamadı. Bağımlılığı özellikle bir kadın adını taşıyan bir likör olan “Marie Brizzard”a yönelikti. Bayan Y en sonunda, oral bir hırs içinde bir nevi gizemli bir nedenden ötürü öldü, aşırı miktarlarda yemeği oburca yemeye çalışırken boğuldu.

Bu vaka kronik bir depresyon olarak düşünülebilir. Bana göre ise kalıcı bir şekilde hiçliğe olan tutkusuyla tam bir negatif narsisizm. Yatırım yapmanın hiçbir göstergesi yoktu, sadece bana insan olarak, o da Bayan Y’nin işine yaramazdı. Bir defasında yolcusu olduğu bir araç büyük bir kaza yapmıştı, öleceğini sanmıştı. Ambulansı beklerken düşündüğü tek bir kişi vardı: Bendim. Aktarımın insan olarak nesnesi ve analist olarak nesnesi şeklinde bölünmesi çarpıcıydı. Beni seviyordu ama ona sunduklarımdan faydalanamıyordu ve özellikle ruhsal dünyasına dair hiçbir anlayış geliştiremedi. Ona yardım etmeye çalışan arkadaşları zamanla vazgeçtiler ve onu terk ettiler. Onun sevgi nesnesi haline gelmemin bir süre için hayatta kalmasında önemli bir adım olduğunu fark etsem de ona yardım etmekte başarısız olduğumu itiraf etmeliyim.

Vakaların Değerlendirilmesi

Burada sunulan iki vaka da tedavinin başarısızlığını göstermektedir. Narsisizm ya da narsisist kişilikler psikanalitik tedaviye cevap vermez demek istemiyorum. Bu iki hastayı psikanalist olarak çalıştığım ilk zamanlarda gördüm, bu tip hastalar kıdemli klinisyenlerin kendileri tedaviye almak yerine genç meslektaşlarına yönlendirdiği vakalardır.

Bayan Y vakasında, yoğun acı bilinç düzeyindeyken, Bay X vakasında (pozitif narsisizm örneği), hastanın sosyal durumuna yönelik narsisist incinmeden kaynaklanan acı ön plandaydı. Bay X aslında aşağılanmadan dolayı acı çektiğinden kendini uzun vadede gerçekleşebilecek kişisel başarılardan mahrum bırakmıştı. Büyüklenmeci fantezileri çocukluğundan itibaren değişmeden kalmıştı. Bir aynalama durumu mevcuttu, örneğin bazı yorumlarımdan sonra alkışlar ve “Bravo, Dr. Green” derdi ama hiçbir değişim gerçekleşmedi.

Bay X benim talebim üzerine nihayet tedaviyi sonlandırmayı kabul etti, aslında ilk tepkisi eğer onu görmeye devam edersem ücreti artırmaktı. Kabul etmedim çünkü gelecek görüşmelerimizin faydalı olacağına inanmıyordum. Son seansta şöyle dedi: “Dr. Green bana yardım edebilmek için elinizden geleni yaptınız. İki ebeveynime saplanmıştım. Belki beni babamla olan özdeşleşmemden özgürleştirdiniz, ama beni daha güçlü olan annemin etkisinden koparmakta başarısız oldunuz.” Haklı olduğunu hissediyordum.

Bayan Y vakası farklı problemler ortaya çıkardı. Nefret ettiğini söylediği annesiyle hiçbir zaman baş edemedi.  Babasıyla ilgili daha olumlu duyguları vardı ama onu da zayıf ve tamamıyla karısının kontrolü altında görüyordu. Oldukça parlak bir öğrenci olmuştu, akademik alanında en yüksek derecede başarıya ulaşmıştı ama annesinin sevgisini kazanamamıştı, aksine annesi sadistik bir şekilde eleştirel olmaya devam etmişti.

Bayan Y’nin duygusal hayatı fakirdi. Daha yaşlı bir profesöre âşık olmuştu, bu kişinin Bayan Y’nin hasta oluşundan önceki yıl boyunca bu aşktan muhtemelen hiç haberi olmamıştı. Bu, bir daha hiç olmadı. Annesine yönelik nefreti çok yoğundu ve görünen o ki geçmiyordu. Annesi tarafından zulmedildiğine inanıyordu, özellikle cinselliğiyle ilgili ve cinsel olarak aktif olmadığı için bunun hiçbir anlamı yoktu. Hayatta sahip olduğu tek ilgisi felsefeydi ama aslında daha az eğitimli ve sofistike olmayan bir görünüşü vardı, daha çok annesinin mesleği olan posta memuru gibi görünüyordu. Sanki hayat hasta olduğu an durmuştu. Hayalindeki aşkın hiçbir zaman gerçekleşmemesinin hayal kırıklığının onun için çok travmatik olduğunu düşünüyorum.

Teorik Değerlendirme

Negatif narsisizm kendilik yıkıcı dürtülerle bir araya gelmiş narsisizmdir. Dürtüler burada vazgeçişe zıt bir şekilde değil onunla işbirliği halinde sahnededirler. Amacı Bay X’te olduğu gibi kendiliğini öne sürmek, büyüklenmeciliğini ve aynalama ilişkilerini geliştirmek olan kişi için nesne ilişkilerinin fakirliği narsisizminin belirtisi değildir. İki vakada da intihar girişimiyle karşılaşmadım. Pozitif narsisizmde ötekiler düşük değere sahiptir: cahil, kaba, sıradan, basit. Negatif narsisizmde kişi evrensel aşağılanmaya layık tek kişidir, hiçbir saygıyı ve tatmini hak etmemektedir. Daha az tatmin elde ettikçe kaderinin bu olduğuna daha çok inanır. Burada ahlaki mazoşizmi düşünebilirsiniz ama bu benzetme doğru değildir çünkü pozitif narsisizmde cezalandırma ya da aşağılanma arayışı yoktur. Aksine bu hastalar kendiliğin cezalandırılmasından ve başkalarından kaynaklanan cezalardan daha az acı çekmeye uğraşırlar. Hayatta kalmak dışında hiçbir şey için uğraşmazlar ve ölümü beklerler. Hayatları boştur. Böyle bir hasta diyelim ki psikanalistini sevdiğinde, aktarımın yanılsamasına kendini bırakmadığı sürece bu sevginin hiçbir yere varmayacağının farkındadır. İçgörü edinilmez. Nadir anlar dışında duygular donuk, hayat keyifsizdir ve acı tonu hakimdir, üzgünlük ve ölülük şeklinde bir acı çekme hali değildir. Bu hastalar aslında sosyal olarak isyan edebilecekleri ancak içsel olarak isyan edemeyecekleri bir anne imgesi tarafından zulmedilmişlerdir. Negatif narsisizm, ruhsal ölüme yönelik eğilimle narsisizmin birleşiminin bir sonucudur.

Yaşam narsisizmi bir yaşama şeklidir –bazen parazit şekilde, bazen kendine yeten şekilde-, kendiliği destekleyen fakat gerçek olmayan ilişkilerle sınırlanmış fakir bir benlikle ve nesne ilişkileri olmadan. Burada idealize edilen değil yaşayan nesnelerden bahsediyorum. Ölüm narsisizmi ise mazoşistik niteliklerin ağır bastığı boşunalık, boşluk, kendini aşağılama, yıkıcı geri çekilme ve devamlı kendini değersizleştirme kültürüdür: gözyaşları, gözyaşları, gözyaşları.

Bu bakış açısının basit bir taslağını çizecek olursam, narsisist ilişkiler ile nesne ilişkilerinin başlangıçlarında tamamlayıcı olmaktan ziyade zıt oldukları düşüncesini savunabilirim. Bir bebekle birincil nesnesine dair gözlemlerimiz, nesnenin çocuğun iç dünyasında var olduğu, ondan ayrı olmadığı anlar olduğunu ispatlar.  Uyku, yalnızlık gibi diğer anlarda ya da normal, geri çekilmelerde nesneyle diyalog aynı değildir, hatta nesneyle karşılaşma anlarından farklı durumlardır. Sonuçta nesne ilişkilerinin ve narsisist ilişkilerin bir andan diğerine yer değiştirdiği çeşitli ruhsal süreçlerin var olduğunu ileri sürüyorum.

Gelişim sürecinde bazı ruhsal yapılarda (nesne ilişkileriyle ilgili kaygılarda, kendiliği korumada, kapsüllemede) narsisist ilişkiler resme hâkim olacaktır ve bu tip durumlarda iki tür gelişim çizgisi mümkündür. İlkinde egoizm dediğimiz (bencillik, geri çekilme, kendine yeterlilik, kendi merkezli kişilik) önceliklidir. İkincisinde yıkıcı özellikler hakimdir. Sadece nesneye değil daha derinlerde kendiliğe yönelik yatırımlarla savaşılır. Bu tip durumlarda narsisizmle mazoşizm ilk başta yakından ilişkili görünür. Daha derin bir değerlendirmede ise kendiliğin kaybı ve dahil olmamanın baskın özellikler olduğunu anlarız. Ben bu etkiye nesne ilişkisi bozucu işlev diyorum: Ruhsal işlevlerin nesnelerin içine doğru dönüşümünün (nesne ilişkisi yaratıcı işlevin) geri alınması. Başka bir yerde (Green, 1999) ilişkiden kopmanın, (kendini korumayı hedefleyen çeşitli süreçleri içerecek şekilde) yatırımın geri çekilmesinin ve kendini tüketmeye bazen ölüme giden örtük hedefin detaylı tanımlamalarını yapmıştım.

Son Sözler

Freud’un dürtüler hakkındaki son teorisi –Kuzey Amerikalı bazı meslektaşlarım tarafından sıklıkla kötülenmesine rağmen ben faydalı buluyorum- narsisizm hakkındaki düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmeme yardımcı oldu. Freud 1920’den sonra narsisizmi aşk dürtüsünün bir parçası olarak değerlendirdi ve araştırmayı bıraktı. Narsisizm ile yıkım ve ölüm dürtüleri arasında bağlantı olabileceğini düşünmedi. Bu, 1964 ile 1983 yılları arasındaki çalışmalarımda benim geliştirmeye çalıştığımdır (Green, 1983, 2001).[4]

Neden Kohut’un (1971) narsisizm kavramına katılmadığımı söylüyorum? Cevabı, burada sunduğum iki vakada da dürtülerin ana rolü oynadığına dair izlenimim. Alan kısıtlılığı burada bu konuyu daha detaylı şekilde ele almamı engelliyor ancak sadizmin, mazoşizmin, sapkın davranışın, oral ve anal saplanmanın bu iki vakada da farklı fakat yoğun şekillerde yer aldığını söyleyebilirim.

En azından kısaca bahsetmek istediğim son konu birincil narsisizm. Günümüzde bebek gözlemi araştırmalarına dayanarak edinilen büyük miktarda veri, Freud’un birincil narsisizm kavramını ve Mahler’in sembiyoz kavramını çürütmüştür. Bebeklerin annelerinin davranışlarına, duygu ifadelerine ve bakım verme tutumlarına reaktif belirtiler gösterdiğini kabul ediyorum. Yine de bu, bütün hikâyeyi aydınlatmamaktadır. Bu gözlemler davranışsaldır, halen bir çocuğun zihninde neler olup bittiğini bilemeyiz, sadece bize gösterdiklerini bilebiliriz. Bebeğin ilk nesnesine (bugünün popüler terimi, bakım verenine) tepkileri, bebeğin bu deneyimi ayrı bir varlık olarak başka bir varlıkla ilişkide bulunması şeklinde yaşadığını kanıtlayamayız; bu, iki insanı birbirine bağlayan bir ilişkidir.

Winnicott (1971) –bana göre çok daha ikna edici- bir düşünce belirtmiştir; bir çocuk annesinin yüzüne baktığında çocuğun gördüğü annesi değil kendisidir. Ayrıca kendi tümgüçlülüğünden öznel bir nesnenin doğumunu deneyimleme yeteneğini kaybedebileceğinden, nesnenin ayrı bir insan olduğunun erkenden algılanması bir avantaj olmak zorunda değildir. Bu şekilde çok erken algılanan bir nesne, bebeği annenin duygudurumuna daha bağımlı hale getirebilir. Bebek muhtemelen bu duygudurumun kendi içsel süreçlerinden kaynakladığını sanarak annesiyle uyumlu olmak için sahte bir kendilik geliştirecektir. Özetle, birincil narsisizmin değerlendirilmeden reddedilmeyi değil de yeniden gözden geçirilmeyi hak ettiğini düşünüyorum.

Narsisizm diğer bütün psikanalitik kavramlar gibi çocuğun varsayımsal iç dünyasıyla ilişkilidir. Aktarımdaki öznelerarası ilişkilerle uyumlu olması gereken içsel ruhsallıkla ilişkili bir kavramdır.

Kendilik kavramının değerliliği narsisizmi doğru şekilde anlamak için yeterli değildir, hatta kendiliğin “Ben” olarak görülmesinin değerliliği de değildir. Özneyi anlamamız gerekiyor ki bu tanımlanması çok daha zor bir kavramdır. Birinin özneyi tanımlayabilmesi için başka bir özneye ihtiyacı vardır. Ancak bir özne, özne kavramına sahip olabilir. Kelimenin felsefi anlamına bakarsak öznellik tanımı itibariyle öznelliklerarasıdır. Diğer özne, nesne değildir, bir kişi de değildir. Özne, “Sen kimsin?” diye sormayı düşünmeden bile önce “Ben kimim?” diye sorabilen varlıktır.

Çeviren: Deniz Coşan

Kaynakça

Balint, M. (1965). Primary Love and Psychoanalytic Technique. Londra: Tavistock.

Freud, S. (1894). The defense neuro-psychoses. S.E., 3.

Freud, S. (1914). On narcissism: an introduction. S.E., 14.

Freud, S. (1915). Instincts and their vicissitudes. S.E., 14.

Freud, S. (1920). Beyond the pleasure principle. S.E., 18.

Freud, S. (1923). The ego and the id. S.E., 19.

Freud, S. (1940). An outline of psycho-analysis. S.E., 23.

Green, A. (1967). Primary narcissism: structure or state. Life Narcissism, Death Narcissism, çev. A. Weller içinde. Londra/New York: Free Association Books.

Green, A. (1983). Narcissisme de vie, Narcissisme de mort. Paris: Minuit.

Green, A. (1999). The death drive, negative narcissism and the disobjectalising function. The Work of the Negative, çev. A. Weller içinde. Londra: Free Association Books.

Green, A. (2001). Life Narcissism, Death Narcissism, çev. A. Weller. Londra/New York: Free Association Books.

Grunberger, B. (1957). Le Narcissisme. Paris: Payot.

Kernberg, O. (1975). Borderline Conditions and Pathological Narcissism. Northvale, NJ: Aronson.

Kohut, H. (1971). The Analysis of the Self. New York: Int. Univ. Press.

Rosenfeld, H. (1971). A clinical approach to the psycho-analytic theory of life and death instincts. International Journal of Psychoanalysis, 52:169-178.

Winnicott, D. W. (1971). Playing and Reality. Londra: Tavistock.

Notlar

[1] André Green’in bu makalesi The Psychoanalytic Quarterly dergisinde 2002 yılında yayımlanmıştır [Green, A. (2002). A Dual Conception of Narcissism. Psychoanalytic Quarterly, 71(4): 631-649. Copyright © The Psychoanalytic Quarterly, Inc.]. Psikanalizin Dili dergisinde yayımlanmasına izin verdiği için Taylor & Francis Group’a  (http://www.tandfonline.com) teşekkür ederiz-Ed.n.

[2] Bu tartışmanın daha detaylı bir değerlendirmesi için Green, 2001’e bakabilirsiniz.

[3] Benim tanımıma göre, o, ölü bir anneydi (Green 1983, 2001).

[4] Rosenfeld’Ie 1984’te Marseilles Sempozyumu’nda ölüm dürtülerini sunarken karşılaşınca, ona katıldığımı fark ettim. Onun ölümüne kadar devam eden arkadaşlığımızın başlangıcıydı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s