Zihinsel İşleyişin Gelişimi Üzerine – Melanie Klein

Zihinsel İşleyişin Gelişimi Üzerine1

Melanie Klein

Burada sunduğum makale metapsikolojiye bir katkı, Freud’un bu konudaki temel kuramlarını psikanalitik uygulamalardaki ilerlemelerden elde edilen sonuçların ışığında daha ileriye taşıma çabasıdır.

Freud’un altbenlik, benlik ve üstbenlik şeklindeki zihinsel yapı formülasyonu bütün psikanalitik düşüncenin temeli haline gelmiştir. Freud, kendiliğin bu bölümlerinin birbirlerinden keskin bir biçimde ayrılmadığını ve altbenliğin tüm zihinsel işleyişin dayanağı olduğunu açıkça belirtmiştir. Benlik altbenlikten gelişir, ancak Freud bunun hangi dönemde gerçekleştiğine ilişkin tutarlı bir kanıt sunmamıştır; benlik yaşam boyunca altbenliğin derinlerine doğru ilerler ve bu nedenle bilinçdışı süreçlerin sürekli etkisi altındadır.

Ayrıca Freud’un yaşam ve ölüm dürtülerini keşfi ile bunların doğumdan itibaren kutupsallığı ve kaynaşması zihnin anlaşılmasında muazzam ilerlemelerdi. Küçük bebeğin zihinsel süreçlerinde kendini yok etmek kadar kurtarmak ya da nesnelerine saldırmak kadar onları korumak için bastırılamayan itkiler arasındaki sürekli mücadeleyi izlerken birbirleriyle savaşım veren ilkel güçlerin iş başında olduğunun farkına vardım.  Bu bana, Freud’un yaşam ve ölüm dürtüsü kavramlarının yaşamsal klinik önemi hakkında daha derin bir kavrayış sağladı.  Çocukların Psikanalizi kitabını yazdığımda (1932)2, iki dürtü arasındaki mücadelenin etkisi altında, benliğin temel işlevlerinden birinin -kaygıya hükmetme- yaşamın başlangıcından itibaren işletilmeye başlandığı sonucuna varmıştım3.

Freud, organizmanın içeriden işlemekte olan ölüm dürtüsünden kaynaklanan tehlikeden kendisini korumak için onun yönünü dışarı doğru değiştirdiğini ve yönü değiştirilemeyen kısmının libido ile bağlandığını varsaymıştır. Haz İlkesinin Ötesinde isimli çalışmasında yaşam ve ölüm dürtülerinin işleyişlerini biyolojik süreçler olarak tanımlamıştır (Freud, 1920). Ancak “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu” gibi bazı yazılarındaki klinik

————————————— 1 20. Uluslararası Psikanaliz Birliği Kongresi’nde sunulan makale, Paris, Temmuz-Ağustos, 1957.2 krş. s. 183-185.

3 “Bazı Şizoid Düzenekler Üzerine Notlar” adlı makalemde, daha sonraki benlikten tanıdığımız -özellikle kaygı ile başa çıkmaya yönelik- bazı işlevlerin hayatın başında zaten çalışır durumda olduğunu ileri sürdüm (Klein, 1946). Ölüm dürtüsünün organizmadaki işleyişinden kaynaklanan ve yok olma (ölüm) korkusu olarak görülen kaygı, zulmedilme biçimini alır.

değerlendirmelerini iki dürtü kavramına dayandırdığı yeterince dikkate alınmamaktadır. O makalenin son birkaç cümlesini anımsatırsam,  Freud şöyle demiştir:Böylece, ahlaki mazoşizm dürtülerin kaynaşmasının varlığı için klasik bir kanıt oluşturur; tehlikesi ölüm dürtüsünden kaynaklanıyor oluşunda yatar ve yıkım dürtüsü şeklinde dışarı yönlendirilemeyen bölümü ile ilişkilidir. Fakat öte yandan erotik bir bileşen değerine de sahip olduğu için, kişinin kendini yıkımı bile libidonun doyumu olmadan gerçekleşemez (Freud, 1924a, s. 170). Freud Psikanalize Yeni Giriş Dersleri isimli çalışmasında, yeni keşfinin ruhsal yönünü daha güçlü terimlerle belirterek şunları söylemiştir:  Bu hipotez bize, bir gün patolojik süreçleri anlamaya yönelik büyük önem taşıyabilecek araştırmalar için açılım sağlamaktadır. Çünkü kaynaşmalar tekrar çözülebilir ve dürtülerin bu şekilde ayrışmasından, işlevselliğin ciddi olarak etkilenmesini bekleyebiliriz. Fakat bu kavramlar henüz çok yeni olup şimdiye kadar hiç kimse onları çalışmamıza uygulamayı denememiştir (Freud, 1933, s. 105).*               Freud’un iki dürtünün kaynaşma ve ayrışmasının saldırgan ve libidinal dürtüler arasındaki ruhsal çatışmanın temelini oluşturduğu görüşü bağlamında, ölüm dürtüsünün yönünü değiştiren şeyin organizma değil, benlik olduğunu söyleyebilirim.               Freud bilinçdışında ölüm korkusu bulunmadığını belirtmiştir; ancak bu, onun içeriden işleyen ölüm dürtüsünden kaynaklanan tehlikeleri keşfi ile uyumlu görünmemektedir. Bana göre benliğin mücadele ettiği ilksel kaygı ölüm dürtüsünden kaynaklanan tehdittir.“Kaygı ve Suçluluk Kuramı Hakkında”             isimli makalemde, Freud’un “bilinçdışı, yaşamın yok oluşu kavramına geçerlilik kazandıracak hiçbir şey içermiyor gibidir” ve bu nedenle “ölüm korkusu iğdiş edilme korkusuna benzer olarak düşünülmelidir” şeklindeki görüşüne katılmadığımı belirtmiştim (Klein, 1948, s. 116). “Çocukta Vicdanın Erken Gelişimi” adlı çalışmamda (Klein, 1933) Freud’un, yaşamın başlangıcında saldırganlık dürtüsünün -ya da ölüm-, yaşam dürtüsü -Eros- ile karşı karşıya olduğu ve onun tarafından————————————— *ç.n. Klein’ın orjinal makalesinde alıntı yapılan Toplu Yazılar 2 (Freud, 1924b) ile Strachey’nin (Freud, 1933) çevirisi arasında bazı ifadeler farklıdır. Bu çeviride ikincisi esas alınmıştır.bağlandığı şeklindeki iki dürtü kuramına değinerek şunları söylemiştim: “Bu saldırganlık dürtüsü tarafından yok edilme tehlikesi, sanırım, benlikte kaygı olarak hissedilen aşırı gerilim yaratır, bu nedenle gelişiminin henüz en başında benlik, libidoyu ölüm dürtüsüne karşı harekete geçirme görevi ile karşı karşıyadır”. Ölüm dürtüsü tarafından yok edilme tehlikesinin benlikte ilksel kaygıya yol açtığı sonucuna varmıştım4.               Yansıtma düzeneği çalışamazsa, küçük bebek kendi yıkıcı dürtülerinin akınına uğrama tehlikesi altında kalacaktır. Benliğin doğumda yaşam dürtüsü tarafından harekete geçirilmesi kısmen bu işlevi sağlamasına yöneliktir. Birincil yansıtma süreci, ölüm dürtüsünün yönünü dışa doğru değiştirmek için kullanılan araçtır.5 Yansıtma aynı zamanda ilk nesneyi libido ile doldurur. Diğer birincil süreç yine büyük ölçüde yaşam dürtüsünün hizmetinde olan içe atmadır; içe atma benliğin en başta besin olmak üzere yaşam veren bir şey almasını sağlayarak içeriden işleyen ölüm dürtüsünü bağlar ve bu yolla ölüm dürtüsü ile savaşır.               Yaşamın başlangıcından itibaren, iki dürtü de kendilerini öncelikle annenin memesi olmak üzere nesnelerle bağlar6. Dolayısıyla, annenin besleyen memesinin içe atımının tüm içselleştirme süreçlerinin temelini oluşturduğu şeklindeki hipotezimin, iki dürtünün işleyişi ile bağlantılı olarak benlik gelişimine bir miktar ışık tutabileceğini inanıyorum. Yıkıcı dürtüler ya da sevgi hislerinden hangisinin baskın olduğuna göre, (biberonun simgesel olarak yerini tuttuğu) meme kimi zaman kötü kimi zaman da iyi olarak hissedilir. Memenin libidinal yatırımı, doyum veren deneyimlerle birlikte bebeğin zihninde birincil iyi nesneyi, yıkıcı dürtülerin memeye yansıtılması ise birincil kötü nesneyi inşa eder. Her iki yan da içe atılır ve böylece yansıtılmış olan yaşam ve ölüm dürtüleri yeniden benliğin içinde çalışır. Zulmedici————————————— 4 Joan Riviere (1952, s. 166), “Freud’un bilinçdışı ölüm korkusu olasılığını kararlı bir şekilde reddetmesi”ne atıfta bulunarak devamında şu sonuca varır: “insan yavrularının çaresizlik ve bağımlılığı, düşlemsel yaşamları ile bağlantılı olarak, ölüm korkusunun kendi deneyimlerinin bir parçası olduğu varsayımını gerekli kılar.”

5  Yön değiştirme ile yalnızca kendiliğe yönelmiş olan ölüm dürtüsünün nesneye karşı saldırganlığa dönüştürüldüğü süreci anlıyor görünmesi nedeniyle burada Freud’dan ayrışıyorum. Benim düşünceme göre, bu özel yön değiştirme düzeneğinde iki süreç bulunmaktadır. Ölüm dürtüsünün bir kısmı nesne içine yansıtılır, böylece nesne zulmedici hale gelir; ölüm dürtüsünün benlikte kalan kısmı ise saldırganlığın o zulmedici nesneye karşı döndürülmesine neden olur.

6 “Bazı Şizoid Düzenekler Üzerine Notlar” isimli makalemde şunu söyledim: “Yıkıcı dürtü korkusu kendisini derhal bir nesneye bağlıyor gibidir ya da daha çok kontrol edilemeyen çok güçlü nesne korkusu olarak deneyimleniyordur. Diğer önemli birincil kaygı kaynakları doğum travması (ayrılık kaygısı) ve bedensel gereksinimlerin engellenmesidir; başından itibaren bu deneyimlere de nesnelerin yol açtığı hissedilir” (Klein, 1946).

kaygılarla baş etme gereksinimi memenin ve annenin, dışarıdan ve içeriden, bir taraftan yararlı ve sevilen, diğer taraftan da korkutucu ve nefret edilen olmak üzere bölünmesini teşvik eder. Bunlar, daha sonradan içselleştirilen tüm nesnelerin prototipleridir.               İki dürtü arasındaki kaynaşma durumunu yansıtan benlik gücünün yapısal olarak belirlendiğine inanıyorum. Eğer sevgi kapasitesinin egemenliğine işaret eden yaşam dürtüleri kaynaşmada baskın ise benlik görece olarak güçlüdür ve ölüm dürtüsünden kaynaklanan kaygıya daha çok karşı koyar ve üstesinden gelebilir.                Benliğin gücünün ne kadar korunup artırılacağı özellikle annenin bebeğe yönelik tutumu olmak üzere kısmen dış faktörlerden etkilenmektedir. Bununla birlikte, yaşam dürtüsü ve sevgi kapasitesinin baskın olduğu durumlarda bile yıkıcı dürtülerin yönü yine de dışa doğru değiştirilir ve yeniden içe atılacak olan zulmedici ve tehlikeli nesnelerin yaratılmasına katkıda bulunur. Dahası, birincil içe atma ve yansıtma süreçleri benliğin nesneleri ile olan ilişkisinde iç ve dış, iyi ve kötü olanlar arasında dalgalanmalar şeklinde sürekli değişikliklere yol açar ki bunlar gerçek deneyimler kadar bebeğin düşlem ve coşkularından da etkilenir. İki dürtünün sürekli faaliyetinin neden olduğu bu dalgalanmaların karmaşıklığı, dış dünyayla olan ilişkisinde benliğin gelişmesi kadar iç dünyanın inşasının da temelini oluşturur.

İçselleştirilmiş iyi nesne, etrafında genişlediği ve geliştiği benliğin merkezini oluşturur. Benliğin içselleştirilmiş iyi nesne tarafından desteklendiği zaman kaygının daha çok üstesinden gelmesi ve içeriden işlemekte olan ölüm dürtüsünün bazı bölümlerini libido ile bağlayarak yaşamı koruması mümkün olur.

Bununla birlikte Psikanalize Yeni Giriş Dersleri isimli çalışmasında Freud’un tanımladığı gibi (1933), kendini bölmesinin bir sonucu olarak benliğin bir parçası diğer parçasının “başında bekler” haldedir. Freud birçok işlevi yerine getiren bölünüp ayrılmış bu parçanın üstbenlik olduğunu açıkça belirtmiştir. Üstbenliğin içe atılan ebeveynlerin belirli yönlerinden oluştuğunu ve büyük oranda bilinçdışı olduğunu da ifade etmiştir.

Bu görüşlere katılıyorum. Farklılaştığım nokta, üstbenliğin temelini oluşturan içe atma süreçlerini doğuma konumlandırmamdır. Üstbenlik, Oidipus karmaşasının başlangıcını birkaç ay önceler7 ki ben bunu depresif konumun başlangıcıyla birlikte ilk yılın ikinci çeyreği olarak tarihlendirmekteyim. Bu nedenle, iyi ve kötü memelerin erken dönemde içe atımı üstbenliğin temelidir ve Oidipus karmaşasının gelişimini etkiler. Üstbenlik oluşumuna yönelik bu anlayış, ebeveynlerle özdeşleşmelerin Oidipus karmaşasının mirasçısı olduğuna ve yalnızca Oidipus karmaşasının başarıyla aşılması halinde başarı kazanacağına yönelik Freud’un açık ifadeleriyle ters düşmektedir.

Bana göre üstbenliğin oluşumunu sağlayan benlik bölünmesi iki dürtünün kutupsallığına bağlı benlik çatışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar8. Bu çatışma dürtülerin yansıtılması kadar sonuç olarak iyi ve kötü nesnelerin içe atımları ile de artar. İçselleştirilen iyi nesne tarafından desteklenen ve onunla özdeşleşme yoluyla güç kazanan benlik, ölüm dürtüsünün bir kısmını bölüp ayırmış olduğu kendi parçasına yansıtır- böylece bu parça benliğin geri kalanıyla karşıtlık içinde olur ve üstbenliğin temelini oluşturur. Ölüm dürtüsünün bir kısmının bu yön değiştirmesine onunla kaynaşmış halde olan yaşam dürtüsü bölümünün yön değiştirmesi de eşlik eder. Bu yön değiştirmelerle birlikte, iyi ve kötü nesne parçaları benlikten üstbenliğe bölünüp ayrılırlar. Üstbenlik böylece aynı anda koruyucu ve tehditkâr nitelik kazanmış olur. Hem benlik hem de üstbenlikte en baştan itibaren var olan bütünleştirme süreci devam ettiği için ölüm dürtüsü bir noktaya kadar üstbenlik tarafından bağlanır. Bu bağlama sürecinde ölüm dürtüsü, üstbenlikte bulunan iyi nesnelerin niteliklerini etkiler ve bunun sonucunda üstbenliğin eylemi nefret ve yıkıcı dürtülerin kısıtlanması, iyi nesnenin korunması ve özeleştiri ile tehditler, engelleyici yakınmalar ve zulmedilme arasında değişir.

İyi nesne ile bağlanmış olan ve hatta onun korunması için çabalayan üstbenlik, çocuğu besleyen ve ona bakım veren gerçek iyi anne gibi olur; fakat üstbenlik ölüm dürtüsünün de etkisi altında olduğu için kısmen çocuğu engelleyen annenin temsilcisi haline de gelir ve onun yasak ile suçlamaları kaygı uyandırır. Bir dereceye kadar, gelişme yolunda gittiğinde, üstbenlik büyük ölçüde yardımcı gibi hissedilir ve çok katı bir vicdan gibi çalışmaz. Küçük çocuğun doğasında -çok küçük bebekte de olduğunu varsayıyorum- korunmak için olduğu kadar yıkıcı dürtüleri kontrol altına almaya yetecek düzeyde yasaklara da gereksinim vardır. Yakın zamanda Haset ve Şükran (1957) adlı kitabımda, bitip tükenmeden hep var olan bir meme için olan bebeksi isteğin, memenin bebeğe ait yıkıcı dürtülerin üstesinden gelmesi ya da onları kontrol etmesine yönelik bir arzuyu da içerdiğini ileri sürmüştüm.

————————————

7 Erken Oidipus karmaşası hakkındaki görüşlerimin nasıl geliştiğine dair daha ayrıntılı bir resim için bkz. “Oidipus Çatışmasının Erken Evreleri” (Klein, 1928), Çocukların Psikanalizi (Klein, 1932) (özellikle Bölüm VIII), “İlk Kaygıların Işığında Oidipus Karmaşası” (Klein, 1945) ve “Bebeğin Coşkusal Yaşamı Üzerine Bazı Kuramsal Sonuçlar” (Klein, 1952, s. 218).

8  Krş. Örneğin; Anksiyete ve Suçluluk Kuramı (Klein, 1948, s.,117- 118)

Bu yolla meme, bebeğin iyi nesnelerini koruyarak aynı zamanda onu zulmedici kaygılara karşı himaye altına almış olacaktır. Bu, üstbenliğe ait bir işlevdir. Bununla birlikte, bebeğin yıkıcı dürtüleri ve kaygısı uyarılır uyarılmaz üstbenlik katı ve zorba olarak hissedilir ve Freud’un da söylediği gibi benlik o zaman altbenlik, üstbenlik ve dış gerçeklik olmak üzere “üç sert efendiye hizmet etmek zorundadır” (Freud 1933, s. 77).

Yirmilerin başlarında, üçüncü yaşlarından itibaren çocukları oyun tekniğiyle analiz etme şeklindeki yeni girişimime başladığımda karşılaştığım beklenmedik görüngülerden biri çok erken ve acımasız bir üstbenlik olmuştu. Ayrıca içselleştirilmiş nesnelerinin bazılarının korkunç karakterlerini gözlemleyerek küçük çocukların ebeveynlerini -öncelikle anne ve memesini – düşlemsel olarak içe attıkları sonucuna vardım.  Bu son derece tehlikeli nesneler, erken çocukluk döneminde benlik içinde çatışma ve kaygıya neden olurlar; fakat akut kaygı durumlarının gerilimi altında, bu nesneler ve diğer dehşet verici figürler, üstbenliğin oluşumu sırasında olandan farklı bir şekilde bölünüp ayrılır ve bilinçdışının daha derin katmanlarına gönderilirler.

İki bölme biçimi arasındaki fark -bu belki de bölme süreçlerinin yer aldığı henüz bilinmeyen birçok durum üzerine ışık tutabilir- korkutucu figürlerin bölünüp ayrılmasında dürtülerin ayrışmasının ön planda oluşudur; ancak üstbenlik oluşumu iki dürtünün ağırlıklı olarak kaynaşması ile yürütülür. Bu nedenle, üstbenlik normalde benlik ile yakın ilişkide kurulur ve aynı iyi nesnenin farklı yönlerini paylaşır. Bu, benliğin üstbenliği bütünleştirip az ya da çok kabul etmesini olası kılar. Aksine, aşırı kötü figürler benlik tarafından bu şekilde kabul edilmez ve sürekli reddedilir.

Bununla birlikte küçük bebeklerde, bebeğin yaşının küçülmesiyle bunun daha belirgin olduğunu düşünüyorum, bölünüp ayrılan figürler ile daha az korkutucu ve benliğin daha kolay kabul ettikleri arasındaki sınırlar akıcıdır. Bölme normalde yalnızca geçici olarak ya da kısmen başarılı olur. Başarısız olduğunda bebeğin zulmedici kaygısı yoğundur ve bu durum, yaşamın ilk üç ya da dört ayında doruk yaptığını düşündüğüm paranoid-şizoid konum ile tanımlanan gelişimin ilk evresinde söz konusudur. Çok küçük bebeğin zihninde iyi meme ile yutan kötü meme çok hızlı bir şekilde yer değiştirmekte, olasılıkla aynı anda var oldukları hissedilmektedir.

Bilinçdışının bir kısmını oluşturan bölünüp ayrılmış zulmedici figürler aynı zamanda bölünüp ayrılmış ülküleştirilmiş figürlerle de bağlanır. Ülküleştirilmiş figürler benliği korkutucu olanlardan korumak için geliştirilmiştir. Bu süreçlerde yaşam dürtüsü yeniden ortaya çıkar ve gücünü gösterir. Yaşam ve ölüm dürtüsünün bir ifadesi olan ve düşlemsel hayatın temelini oluşturan zulmedici ve ülküleştirilmiş, iyi ve kötü nesneler arasındaki zıtlık kendiliğin her seviyesinde bulunabilir. Erken benliğin uzaklaştırmaya çalıştığı nefret edilen ve tehditkâr nesnelerin içinde hasarlanmış ya da öldürülmüş olarak hissedilenler de vardır ki bu yüzden tehlikeli zulmedici nesnelere dönmüşlerdir. Benliğin kuvvetlenmesi, bütünleştirme ve sentez kapasitesinin artması ile depresif konum aşamasına ulaşılır. Bu aşamada, hasarlı nesne artık ağırlıklı olarak zulmedici değil suçluluk hissi ve onarma itkisinin deneyimlendiği sevilen bir nesne olarak karşımıza çıkmaktadır9. Sevilen hasarlı nesneyle olan bu ilişki, üstbenlikte önemli bir unsuru oluşturmaya başlar. Benim hipotezime göre, depresif konum ilk yılın ortalarında doruk yapar. Bundan sonra eğer zulmedici kaygılar aşırı değilse ve sevgi kapasitesi yeterince güçlü ise benlik ruhsal gerçekliğinin daha çok farkına varır ve kendi yıkıcı dürtülerinin nesnelerinin bozulmasına katkıda bulunduğunu giderek daha fazla hisseder. Böylece kötü olarak hissedilen hasarlı nesneler, çocuğun zihninde düzelir ve gerçek ebeveynlere daha fazla benzer; benlik dış dünyayla başa çıkmak olan temel işlevini kademeli olarak geliştirir.

Bu temel süreçlerin başarısı ve sonrasında benliğin bütünleşmesi ve güçlenmesi, içsel etkenler dikkate alındığında, iki dürtünün etkileşiminde yaşam dürtüsünün üstünlüğüne bağlıdır. Ancak bölme süreçleri devam eder; infantil nevroz evresi boyunca (ki bu erken psikotik kaygıları ifade etme ve aynı zamanda derinlemesine çalışma yoludur) yaşam ve ölüm dürtüleri arasındaki kutupsallık, zulmedici nesnelerden kaynaklanan ve benliğin bölerek ve daha sonra da bastırma yoluyla başa çıkmaya çalıştığı kaygılar şeklinde kuvvetle hissedilir.

Gizil dönemin başlamasıyla birlikte, genellikle çok sert olmasına rağmen üstbenliğin örgütlenmiş kısmı, bilinçdışı bölümünden daha çok kopar. Bu, çocuğun katı üstbenliğiyle onu çevresine yansıtarak –yani dışsallaştırarak- ve otoritelerle uzlaşarak başa çıktığı dönemdir. Bununla birlikte, küçük bir çocuğa kıyasla büyük çocuklarda ve yetişkinlerde bu kaygılar değiştirilmiş, biçimi dönüştürülmüş, daha güçlü savunmalarla uzaklaştırılmış ve bu nedenle analiz için daha az erişilebilir olduğu halde, bilinçdışının daha derin katmanlarına girdiğimizde, tehlikeli ve zulmedici figürlerin hâlâ ülküleştirilmiş figürlerle bir arada var olduğunu görürüz.

Birincil bölme süreçleri kavramıma dönersem, normal gelişme için iyi ve kötü nesne, sevgi ve nefret arasındaki bölünmenin en erken bebeklik döneminde gerçekleşmesi gerektiği hipotezini yakın zamanda ileri sürmüştüm. Böyle bir bölünme çok şiddetli olmadığı halde iyi ile kötü arasında ayırım yapmak için yeterli düzeyde ise denge ve zihinsel sağlık için bana göre temel unsurlardan biri oluşmuş

—————————————

9 Bu özel noktayı gösteren klinik materyal için bkz. “Manik Depresif Durumların Ruhsal Kökenlerinin Araştırılmasına Katkı” (Klein, 1935, s. 157-158).

olur.  Bu durum, benliğin kaygı altında ezilmeyecek kadar güçlü olduğu ve bölme ile yan yana bir miktar bütünleşmenin devam ettiği (ilkel biçimde de olsa) anlamına gelir ki bu ancak kaynaşmada yaşam dürtüsünün ölüm dürtüsünden üstün olması halinde olasıdır. Buna bağlı olarak, nesnelerin bütünleşmesi ve sentezi sonunda daha iyi başarılabilir. Ancak böyle olumlu koşullarda bile, içsel ya da dışsal baskının aşırı olması durumunda bilinçdışının derin katmanlarındaki korkutucu figürlerin kendilerini hissettirdiklerini düşünüyorum. Genelde dengeli olan kişiler -ve bu iyi nesneyi sağlam olarak tesis ettikleri ve onunla yakından özdeşleştikleri anlamındadır– derin bilinçdışının benliğe nüfuz etmesinin üstesinden gelerek tekrar denge kazanabilirler. Nevrotik ve daha çok da psikotik bireylerde bilinçdışının derin katmanlarından gelen tehlikelerin tehdidine karşı verilen mücadele bir yere kadar kararlı olup dengesizlik ya da hastalıklarının bir parçasıdır.

Son yıllardaki klinik gelişmeler bizi şizofreninin psikopatolojik süreçleri konusunda daha donanımlı hale getirdiği için, bu kişilerde üstbenliğin kendi yıkıcı dürtülerinden ve iç zulmedicilerinden neredeyse ayırt edilemediğini görürüz. Herbert Rosenfeld, şizofrenide üstbenlik üzerine yaptığı çalışmasında (1952), böylesi ezici bir üstbenliğin şizofrenide oynadığı rolü tanımlamıştır. Bu duyguların yarattığı zulmedici kaygıların hipokondrinin kökeninde de yattığını gördüm10. Manik depresif hastalıkta ise bu mücadele ve sonuçlarının farklı olduğunu düşünüyorum fakat burada bu ipuçlarıyla yetinmeliyim.

Benliğin aşırı zayıflığıyla seyreden yıkıcı dürtülerin baskın olması nedeniyle birincil bölme süreçleri çok şiddetli ise sonraki bir aşamada nesnelerin bütünleşmesi ve sentezi sekteye uğrar ve depresif konum yeterince derinlemesine çalışılamaz.

Zihnin dinamiklerinin yaşam ve ölüm dürtülerinin çalışmasının bir sonucu olduğunu ve bu kuvvetlere ek olarak bilinçdışının, bilinçdışı benlik ve hemen sonra gelecek bilinçdışı üstbenlikten oluştuğunu vurgulamıştım. Altbenliği iki dürtüyle özdeş olarak görmem bu kavramın bir parçasıdır. Freud altbenlik hakkında düşündüklerini birçok yerde ifade etmişse de tanımlarında bazı tutarsızlıklar vardır. Yine de en az bir bölümde altbenliği yalnızca dürtüler bağlamında tanımlar; Psikanalize Yeni Giriş Dersleri

—————————————

10 Örneğin; “Bebeğin Coşkusal Yaşamı Üzerine Bazı Kuramsal Sonuçlar” isimli makalemin 201. sayfasındaki dipnotta belirttiğim gibi (Klein, 1952), “içselleştirilmiş nesnelerin -öncelikle kısmi nesneler- saldırılarına ilişkin kaygılar bana göre hipokondriyazisin temelini oluşturmaktadır. Bu hipotezi, Çocukların Psikanalizi adlı kitabımda ileri sürdüm (Klein, 1932, s. 204, 350, 362).” Benzer şekilde, “Entellektüel Engellenmeler Kuramı” isimli makalemde, “bir kişinin kendi dışkısından bir zulmedici olarak korkmasının, sadistik düşlemlerinden kaynaklandığına işaret ettim. … Bu korkular, hipokondriyak korkular kadar, bedenin içinde bir takım zulmedicilerin bulunduğu ve zehirlenmiş olduğu dehşetine de yol açar” (Klein, 1931, s. 208-209).

isimli çalışmasında şöyle der: “Boşalım isteyen dürtüsel yatırım -bize göre altbenliğin içerdiği tek şeydir. Aslında, bu dürtüsel itkilerin enerjisi zihnin diğer bölgelerinde bulunan enerjiden farklı bir durumda gibi görünmektedir”  (Freud, 1933, s. 74).

Benim altbenlik kavramım, Çocukların Psikanalizi (1932) kitabını yazdığım zamandan bu yana yukarıdaki alıntıda yer alan tanımla uyumlu olmuştur; altbenlik terimini ara sıra yalnızca ölüm dürtüsü ya da bilinçdışını temsil etmek üzere daha esnek kullanmış olduğum doğrudur.

Freud, benliğin kendisini altbenlikten bastırma-direnç engeli ile ayırdığını belirtmiştir. Ben, bölmenin ilk savunmalardan birisi olduğunu ve ikinci yıl civarında işlemeye başlayan bastırmadan önce geldiğini buldum. Normalde hiçbir bölme mutlak değildir, bastırmadan daha fazla mutlak değildir. Bu nedenle de benliğin bilinçli ve bilinçdışı parçaları birbirlerinden katı bir sınırla ayrılmaz; Freud’un tanımladığı gibi zihnin farklı alanlarından bahsedildiğinde, bunlar birbirleriyle iç içe geçmişlerdir.

Bununla birlikte bölmenin yarattığı çok katı bir engelin bulunması gelişmenin normal şekilde ilerlememiş olduğu anlamına gelir. Varılacak sonuç ölüm dürtüsünün baskın oluşudur. Öte yandan, yaşam dürtüsünün hakimiyeti varsa bütünleşme ve sentez başarıyla ilerleyebilir. Bölmenin doğası bastırmanın doğasını belirler11. Eğer bölme süreçleri aşırı değilse bilinç ve bilinçdışı birbirlerine geçirgen kalırlar. Ancak halen büyük ölçüde örgütlenmemiş olan bir benliğin gerçekleştirdiği bölme kaygı düzenlenmesi için yeterli olmazken, büyük çocuklar ve yetişkinlerde bastırma, kaygıları hem gidermek hem de düzenlemek için daha başarılı bir araçtır. Bastırmada daha yüksek düzeyde örgütlenmiş olan benlik kendisini bilinçdışı düşünceler, dürtüler ve korkutucu figürlerden daha etkili bir şekilde ayırır.

Benim sonuçlarım her ne kadar Freud’un dürtüleri ve onların zihnin farklı bölümleri üzerindeki etkisinin keşfine dayanıyorsa da bu makalede öne sürdüğüm eklemeler bir takım farklılıklar içermektedir ve şimdi bu konuda bazı son sözlere yer vereceğim.

—————————————

11  Krş. “Bebeğin Coşkusal Yaşamı Üzerine Bazı Kuramsal Sonuçlar” isimli makalemde şöyle demiştim: “Bölme düzeneği bastırmanın altında yatar (Freud’un kavramında ima edildiği gibi); fakat dağılma durumlarına götüren en erken bölme biçimlerinin aksine, bastırma normalde kendiliğin dağılması ile sonuçlanmaz. Bu aşamada hem zihnin bilinçli ve bilinçdışı bölümlerinin içinde daha büyük bir bütünleşme olduğu için, hem de bastırmada bölmenin ağırlıklı olarak bilinç ve bilinçdışı arasındaki ayrımı etkilemesi nedeniyle kendilik, önceki aşamalarda görülebilen düzeyde dağılma ile yüz yüze kalmaz. Bununla birlikte, yaşamın ilk birkaç ayında bölme süreçlerine ne ölçüde başvurulduğu, daha sonraki aşamada bastırmanın kullanımını önemli ölçüde etkiler” (Klein, 1952, s. 228).

Freud’un libido üzerine olan vurgusunun saldırganlıktan daha fazla olduğunu anımsıyor olabilirsiniz. Yaşam ve ölüm dürtülerini keşfetmeden çok önce cinselliğin sadizm şeklindeki yıkıcı bileşeninin önemini gördüğü halde, saldırganlığın coşkusal yaşam üzerindeki etkisine yeterince ağırlık vermemiştir. Belki de bu yüzden iki dürtü keşfini tümüyle sonuçlandırmamış ve bunu zihinsel işleyişinin tamamını içerecek şekilde genişletmek konusunda isteksiz görünmüştür. Yine de, daha önce belirttiğim gibi, bu keşfini klinik malzemeye uygulaması düşünüldüğünden çok daha fazladır. Ancak Freud’un iki dürtü kavramı nihai sonucuna kadar götürülürse yaşam ve ölüm dürtülerinin etkileşiminin zihinsel yaşamın tamamını yönettiği görülecektir.

Üstbenlik oluşumunun, Oidipal karmaşadan önce geldiğini ve birincil nesnenin içe atılması ile başlatıldığını zaten söylemiştim. Üstbenlik, aynı iyi nesnenin farklı yönlerini içselleştirerek benliğin diğer kısımlarıyla olan bağlantısını sürdürür ki bu içselleştirme süreci benliğin organizasyonunda da büyük önem taşır. Yaşamın başlangıcından itibaren benliğin yalnızca bölme değil, aynı zamanda kendisini bütünleştirme gereksinim ve kapasitesi de olduğunu düşünüyorum. Depresif konumda giderek doruk noktasına ulaşan bütünleştirme yaşam dürtüsünün baskınlığına bağlıdır ve benliğin bir ölçüye kadar ölüm dürtüsünün işleyişini kabullendiğine işaret etmektedir. Benlik oluşumunu, büyük ölçüde, bölme ve bastırma ile nesne ilişkisinde bütünleştirme arasındaki değişimin belirlediği bir durum olarak görüyorum.

Freud, benliğin sürekli kendini altbenlik üzerinden zenginleştirdiğini belirtmiştir. Daha önce, yaşam dürtüsünün benliği faaliyete geçirdiğini ve onu geliştirdiğini düşündüğümü söylemiştim. Bunun elde edilmesinin yolu benliğin en eski nesne ilişkileridir. Üzerine yaşam ve ölüm dürtülerinin yansıtıldığı meme, içe atma yoluyla içselleştirilen ilk nesnedir. Bu şekilde her iki dürtü de bağlandıkları bir nesne bulmuş olur ve böylece yansıtma ve yeniden içe atma ile benlik zenginleşir ve güçlenir.

Benlik ne kadar çok yıkıcı dürtüleri bütünleştirip nesnelerinin farklı yönlerini sentezleyebilirse o kadar çok da zenginleşmiş olur; çünkü kaygı yarattıkları ve acı verdikleri için reddedilen kendilik ve dürtülerin bölünerek ayrılmış parçaları, bu bölüp ayırma nedeniyle yoksullaşmış olan kişilik ve düşlemsel yaşama ait değerli yanları da içermektedir. Kendiliğin ve içselleştirmiş nesnelerin reddedilen yönleri dengesizliğe katkıda bulunduğu halde sanatsal üretim ve çeşitli entelektüel etkinliklerin de ilham kaynağında yer alır.

En erken dönem nesne ilişkileri ve üstbenlik gelişimi ile ilgili anlayışım, benliğin en azından doğumdan itibaren faaliyette olduğu hipotezim kadar yaşam ile ölüm dürtülerinin her yeri saran gücü ile ilgili hipotezimle de uyumludur.

Çeviren: Aslı Kuruoğlu

Kaynakça

Freud, S. (1920). Beyond the pleasure principle. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Cilt XVIII (1920–1922): Beyond the Pleasure Principle, Group Psychology, and Other Works, 1-64, Londra: Hogarth Press

Freud, S. (1924a). The Economic problem of masochism. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Cilt XIX (1923-1925): The Ego and the Id and Other Works, 155-170. Londra: Hogarth Press.

Freud, S. (1924b). The Economic Problem of Masochism. J. Riviere ve ark. (Çev.) Collected Papers 2 içinde, 255-268, Londra: Hogarth Press.

Freud, S. (1933). New introductory lectures on psychoanalysis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Cilt XXII (1932-1936): New Introductory Lectures on Psychoanalysis and Other Works. Londra: Hogarth Press.

Klein, M. (1928). Early stages of the Oedipus conflict. International Journal of Psychoanalysis, 9, 167-180.

Klein, M. (1931). A Contribution to the theory of intellectual inhibition. International Journal of Psychoanalysis, 12, 206-218.

Klein, M. (1932). The psychoanalysis of children. Londra: Hogart Press.

Klein, M. (1933). The early development of conscience in the child. S. Lorand (Haz.), Psychoanalysis Today içinde, (s. 149-162). New York: Covici-Friede.

Klein, M. (1935). A Contribution to the psychogenesis of manic-depressive states. International Journal of Psychoanalysis, 16, 145-174.

Klein, M. (1945). The Oedipus complex in the light of early anxieties. International Journal of Psychoanalysis, 26, 11-33.

Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. International Journal of Psychoanalysis, 27, 99-110.

Klein, M. (1948). A contribution to the theory of anxiety and guilt. International Journal of Psychoanalysis, 29, 114-123.

Klein, M. (2002 [1952]). Some theoretical conclusions regarding the emotional life of the infant. J. Riviere (Haz.), Developments in Psychoanalysis içinde, (s. 198–236). Londra: Hogarth Press.

Klein, M. (1957). Envy and gratitude: A study of unconscious Sources. Londra: Tavistock Publications.

Riviere, J. (1952). The unconscious phantasy of an inner world reflected in examples from literature.  International Journal of Psychoanalysis, 33, 160-172.

Rosenfeld, H. (1952). Notes on the psychoanalysis of the superego conflict in an acute schizophrenic patient. International Journal of Psychoanalysis, 33, 111-131.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s